Hangi Tarih
  Bir Muhalif Portresi: Ahmet Ağaoğlu
 

                                            
1.     
GİRİŞ

 

Osmanlı Devleti 17.yüzyılın sonlarından itibaren çağdaş yapısını kaybetmeye, askeri-siyasi-sosyal ve ekonomik alanlarda eski gücünü yitirmeye başlamıştı. Avrupa karşısında klasik orduları mağlubiyetler almaya başlamış, tımar sistemi başta olmak üzere devleti ayakta tutan pek çok temel direği zayıflamıştı. Aynı dönemde çağdaşları Coğrafi Keşiflerin zenginliklerinden yararlanıyor, süreç içerisinde Avrupalı devletler Rönesans ile aydınlanıyordu. Bunun karşısında Osmanlı, bir zamanlar fermanlarıyla idare ettiği topraklarda yeniliyor, bilimde ve teknikte ilerleyen Batı’yla boy ölçüşemiyordu. İşte bu süreçte İngiltere’de başlayan Sanayi İnkılâbı ve Fransız İhtilali hem siyasi hem de iktisadi etkileriyle devleti çözüyor, bir anlamda Yeniçağ’ın büyük gücünü tarih sahnesinden silmeye çalışıyordu. Devlet, yabancı tüccarlara verdiği kapitülasyonlar nedeniyle Batılılar karşısında iktisadi buhranı derinden hissediyordu. Ayrıca 1789 Fransız İhtilali Osmanlı ülkesindeki azınlıklara kendi devletlerini kurma ilhamını veriyor, bu da isyanları beraberinde getiriyordu. Peki devletin tüm bu çözülmeye karşı geliştirdiği formüller yok muydu?

Osmanlı Devleti başta II. Osman’dan itibaren bir dizi ıslahat çalışmalarına başlamış, gerçek anlamda ise 1718 itibariyle Lale Devri’nde ilk kez batılı yeniliklere adım atmıştı. O güne kadar yapılmayan pek çok yenilik gerçekleştirilmişti. İlk Türk matbaası açılmış, kağıt ve çini fabrikaları kurulmuş, Tulumbacı Ocağı açılmış ve batılı anlamda birçok çalışma yapılmıştı. Süreç içerisinde II. Mahmut, III.Selim ıslahatlarıyla tutunmaya çalışan yapı, Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla demokratikleşmeye, böylece ömrünü uzatmaya çalışıyordu. Fakat bu çalışmaların hiçbiri istenen sonucu vermiyor, devleti gerçek anlamda kurtarmaya yetmiyordu. 19.yüzyıla gelindiğinde Sırp ve Yunan isyanlarıyla sarsılan devlet çatırdıyordu. Peki devlet için Osmanlı aydınları ne düşünüyordu?

Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük… Bu akımlar devleti parçalanmaktan kurtarmaya yönelik kurulan fikir akımlarıydı. Osmanlı aydınları tarafından geliştirilen bu düşünceler, farklı formüllerle devleti ayakta tutmaya çalışıyordu.

Bu akımlardan Osmanlıcılık, Osmanlı Devleti’nin kurtulmasını, imparatorluk sınırları içinde yaşayanları hangi soydan, hangi dinden olursa olsun kaynaştırarak bir “Osmanlı ulusu yaratmakta” görüyordu.[1] İslamcılık, Müslümanların halife önderliğinde birleşmeleri durumunda kurtulacaklarını planlıyordu. Batıcılık, Avrupa medeniyetinin ilim ve teknik başta olmak üzere diğer alanlarda örnek alınmasıyla devletin ayakta kalacağına inanıyordu. Türkçülük ise Türklerin bir çatı altında birleşmesiyle kurtuluşun sağlanacağını savunuyordu. Bu süreçte Türkçülük akımı gücü ve etkisi büyük akımlardan oldu.[2]

Balkan Savaşı yenilgisinin yarattığı şaşkınlık ve hayal kırıklığı Türkçülerin tezlerinin güçlenmesine ve yaygınlaşmasına yol açtı.[3] Onlara göre devlet gayrimüslim ve Arap unsurların bulunduğu ve bunlara dayandığı bir yapıda gücüne kavuşamazdı. Aslında bu bir zorunluluk olarak da kabul edilebilir. Çünkü söz konusu azınlık unsurlar yavaş yavaş devletten kopmaya başlıyor, devletin temel unsuru Türkler bu durumda ulusal kimliklerini ön plana çıkartıyordu.

Süreç içerisinde bu fikir akımı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına yol açan başlıca fikir akımı da olmuştu. Türkçülük akımını zaman içerisinde sistemleştiren ve Türkçülüğe bilimsel bir kimlik kazandırmaya çalışan Ziya Gökalp olmuştur.[4] Gökalp’in yanı sıra Yusuf Akçura ve Türkçülük ailesinin Kafkasyalı ferdi Ahmet Ağaoğlu(Agayev), bu fikre katkılarıyla günümüz Türklüğüne ve siyasi süreçlere derin etkiler yaratmışlardır. Bu durumun aktörlerinden Ahmet Ağaoğlu hem düşünceleriyle Osmanlı siyasetinde hem de Cumhuriyet döneminde ses getirmiş fikir adamlarından biridir. Gerek İttihat ve Terakki Partisi’nde yaşadıkları gerek Serbest Cumhuriyet Fırkası içerisindeki yeri son derece önemlidir. Günümüz siyasal süreçlerinin oluştuğu Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini iyi anlamak ve okumak için şimdi Ağaoğlu’nun hayatına ve fikir dünyasına yeni bir bakış açısıyla göz atalım.

 

 

2.      ÇOCUKLUK YILLARI VE EĞİTİMİ

 

Ahmet Ağaoğlu, 17.yüzyılda Erzurum’dan Karabağ’a göç eden ve orada ilim-irfan kazanarak seçkinleşmiş, hali vakti yerinde bir ailenin çocuğu olarak 1869 yılında Suşa’da doğdu. Mirza unvanlı aile büyükleri Türkçe’den başka Farsça, Arapça ve Rusça bilirlerdi. Aile büyüklerinin konaklarında Suşa’nın ulema ve dinleyici takımı toplanıp dini meseleleri tartışırlardı. Ahmet Bey’in çocukluğu bu tartışmaların ortasında geçmiştir. Babası Mirza Hasan, annesi yarı göçebe yaşayan Sarıca Ali Türk kabilesine mensup Taze Hanım’dır. Ahmet Bey’in yazdığına göre gamsız ve dertsiz yaşayan, Farsça ve Türkçe okuyup yazan, Fuzuli’den ezbere şiirler bilen babasına kim olduğu sorulunca “Elhamdülillah Muhammed ümmetindenim, Ali aba aşıkıyım…” dermiş. Türk olduğunu düşünemediğini, ezanın okunmasının, mescitlerin dolmasının, ahundların[5] vaazlarının ve evdeki meşhur toplantılardaki dini konuşmaların ona yettiğini Ağaoğlu küçümseyerek anlatır: “Rusların gelmiş olmaları onu pek de ilgilendirmedi. Üstelik Ruslar çiftliklere de dokunmamışlar, bilakis sahiplerine asalet unvanı da vermişlerdi. O halde Mirza Hasan için üzülecek bir şey yoktur.” demekteydi.[6] Bu yaşam tarzı ve hayatı algılama biçimi Ağaoğlu’nu rahatsız etmiş ve bunu dile getirmiştir. Doğu dünyasının 19.yüzyıldaki yansımasını özetleyen bu ortam, Ahmet Bey’in fikir hayatını etkileyecek, modern ve eleştirel bir gözle olaylara bakmasını sağlayacaktır.

Ağaoğlu, çocukluğunda ve ilk gençlik yıllarında geleneksel İslâm ve özellikle Şii geleneğine uygun bir eğitim almıştı. [7] Zaten bu yıllarda Azerbaycan mezhep ve ihtilafların sürdüğü, nüfusun büyük bölümünde şii değerlerin egemen olduğu, otokratik rejime bağlılığın korunduğu geleneksel bir toplumsal yapıyı yansıtmaktadır.[8] Aynı yaşlarda Rus okullarına da devam ettiği için Rus aydınlarının yarattığı çeşitli düşünsel akımlarla tanışmıştı. İlk ve ortaokulu Şusa Rus Okulunda, lise öğrenimini Tiflis’te bitirdi. [9] Tiflis bu dönemde gizli devrimci ve milliyetçi örgütlerin yoğun faaliyet gösterdikleri, rejim aleyhtarı düşüncelerin eğitim çevrelerinde yaygın olarak benimsendiği bir merkezdir. Ermeni ve Gürcü örgütleri üzerinde otorite aleyhtarı Rus siyasal düşünce hareketlerinin nüfuzu belirgindir. Bu çevre dolaylı bir şekilde de olsa Ağaoğlu’nun Rusya’daki düşünce hareketleriyle ve siyasal gelişmelerle erken bir dönemde tanışmasını sağlamıştır.[10] Bu arada Arapça, Farsça ve Rusça öğrendi. [11]

Liseyi bitirdikten sonra yükseköğrenim için 1887’de Petersburg’a giden Ağaoğlu, Politeknik Enstitüsü’ne kayıt yaptırmıştır.  Ama daha ilk yılın sonunda öğrenimini sürdürmesi mümkün olmadığı için Paris’e gitmeye karar vermiştir. Böylece gizli siyasi çevrelerin örgütlendiği bu başkent üniversitesinde devrimci, halkçı düşüncelere gösterdiği yakınlık da uzun ömürlü olmayacaktır. Bununla beraber kayda değer bir nokta, Ağaoğlu’nun otokratik rejime düşmanlık ve liberal Rus düşüncesine ise hayranlık duygularıyla Rusya’dan ayrılmasıdır.[12]



         1887’de Paris’e giderek Hukuk ve College de France’da tarih ve filoloji öğrenimi yaptı.[13] Böylece Azerbaycan’dan Avrupa’ya giden ilk kişi olmuştur.[14] Bu bilgi Azeri Türklüğünün dış dünya ile bağlantılarını gösterme bakımından dikkat çekicidir. Kendisine gösterilen yakın ilgi sayesinde Ağaoğlu, Paris’in seçkin gazetelerine yazmaya başlamıştır. Henüz üniversite öğrencisi olmasına rağmen Journal des Debats gazetesi adına röportajlar yapmaktadır. Muhabir olarak yazı hayatına atılan Ağaoğlu’nun ismi fikir dergilerinde de görülmeye başlar. Fikir yazıları La Nouvelle Revus, Revue Politique et Literaire gibi dergilerde Renan, Taine gibi yazarların yazılarıyla yayınlanmaktaydı. Özellikle yazılarında Doğu dünyasını anlatması dikkat çeken noktaların başında gelmekteydi.[15]

Paris’te Ahmet Rıza ve Dr.Nazım’la tanışmış, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girmiştir.[16] Fransa yılları ve sonrası için oğlu Samet Ağaoğlu şöyle bir değerlendirme yapmaktadır: “Babam sosyal cereyanların bazen açık bazen gizli büyük sarsıntılar yaptığı Rusya’da lise tahsilini bitirdikten sonra Fransa’ya gitmiş, Avrupa’nın bir bakıma en romantik, bir bakımdan en idealist, bir üçüncü zaviyeden de en realist fikir çarpışmalarının arasında uzun yıllar Paris’te kalmış, oradan esaret ve cehalet karanlıkları içinde bunalmış İslam ve Türk âlemini her vasıtaya başvurarak uyandırmak heyecanıyla Azerbaycan’a dönmüştü. Karabağ halkı şarkın o ince espri anlayışıyla derhal “Frenk Ahmet” ismini taktı. Bu süreçte şehrin farklı gruplarına mensup insanlarla münasebetler kuruyor, ilerlemek taraftarları ile Türk ve İslam dünyasının kalkınmasında projeler çiziyor, ilk Türkçe gazetenin temellerini atmaya hazırlanıyordu. İşte bu hazırlıklar arasında Karabağ’ın en eski ve asil ailelerinden ‘Veziroflar’ın yani Vezir zadelerin yegane kızı Sitare Hanım’la evlenmeye karar vermişti.”[17]

 

3.      BAKÜ YILLARI VE ÇARLIK RUSYA’SINDAKİ FAALİYETLERİ

 

Ahmet Bey, 1902’den itibaren Bakü Belediye Meclisi’nde üyelik, Kaspi adlı Rusça yayın yapan gazetede başyazarlık, Bakü Lisesi’nde ve Ali Ticaret Mektebi’nde Fransızca öğretmenliği yapmıştır. 1902’de Ağaoğlu’nun telkini ile Zaynelabidin Takiyev Türkçe bir gazete çıkarmak için müracaat etmiş, ancak Rusların Türk ülkelerindeki hakimiyet ve istilasının teorisyenliğini yapan misyoner Nikolay İlminskiy ve Prof.Smirnov’un “Gasprinski’ye verilen izin bile siyasi hataydı.” şeklindeki ikazları üzerine bu girişim sonuçsuz kalmıştır. O devirde Azeri halkı Kafkasya’nın en geri insan topluluğu durumunda olduğundan uyandırılmaları gerekiyordu. Uyanış da ancak modern okulların açılmasıyla olabilirdi. Ahmet Bey bu düşünce ile halkı ve zenginleri eğitim seferberliğine çağırmış, Neşr-i Maarif adlı bir cemiyet kurarak Gaspralı’nın Usul’i Cedid mektepleri fikrini yaymak için Azerbaycan’ı şehir şehir dolaşıp birçok yerde bu cemiyetin şubesini açmıştır. Cemiyet olarak İstanbul’a pek çok mektup göndermişlerdir. Mektuplarında “Şimdiye kadar bir hata-yı mahz eseri olarak Kafkasya Türkleri muharreratında kullanılmakta olan Farisi lisanının yerine lisan-ı mader-zadımız olan Türkçe’nin icra ve ihyası”nı gaye edindiklerini bildirmişler, Kafkasya’ya sokulan muzır yayınların etkilerini silecek kitapların bastırılması istenmişti. İstanbul’dan okul müdürleri ve öğretmenler de isteyen bu cemiyet gerçekten ciddi çalışmalar yapıyordu.[18]

Bu yıllarda Ermeniler ile Azeriler arasında etnik çatışmalar yaşanıyordu. Azerbaycan’da 1905’teki Ermeni saldırılarına karşı Türklerin silahlı savunmasını üstlenmek amacıyla bir Difai Partisi kuruldu. Ahmet Ağaoğlu tarafından kurulan bu gizli parti, Ermeni komitelerinin taşkınlıklarına son verdiği gibi, ihtilal sırasında uzlaşma ve birlikte hareket etme tekliflerine de yol açtı.[19] Azerbaycan’ın yakın siyasi tarihinde önemli rol oynayan bu örgütün eylemleri, Ermeni şiddet örgütlerinin yanı sıra, üst düzeyde Rus askeri ve sivil görevlileri de hedeflemektedir. Difai milisleri sadece Bakü’de etkili olmamış, İran’daki halk ayaklanmalarının da yönetici çekirdeğini oluşturmuştur. Ağaoğlu ile birlikte bir çok Kafkasyalı aydının Rusya’yı terk etmek zorunda kalmaları, milliyetçi faaliyetlerine ve bu örgütle olan ilişkilerine bağlanabilir.[20]

Ağaoğlu, 1900’lerin başından itibaren Kaspi, Şark-i Rus, Hayat, İrşad, Terakki gibi pek çok yayın organında makaleleri yayınlanmıştır. Ağaoğlu yazılarında Kafkasya’nın kozmopolit bölgelerinde Türk unsurun diğer unsurlar karşısında haklarını gündeme getirmiştir, ancak bağımsız bir devletin kurulması düşüncesini tartışmaktan da sakınmamıştır.[21]

Ağaoğlu bu çalışmalarıyla Azeri Türklerinin milli kimliklerine sahip çıkmaları ve öz kültürlerine bağlı kalmalarını arzuluyordu. 1904 yılının Eylül ve Ekim aylarında Rusya Müslümanları İttifakı’nın Nizamnamesi’nin hazırlandığı toplantılara katıldı.[22] 1905 Ağustos’unda önde gelen seçkinlerin bir araya geldiği bir toplantıda “Bütün Rusya Müslümanları İttifakı” kurulmuştur. Bu ittifak bir tür siyasal partiydi ve programında Müslümanlara yönelik ayrımcı siyasetler eleştiriliyordu. Ağaoğlu da bu oluşumun içinde yer almış hatta 1905’te Rusya Başbakanı’na milliyetler sorununu ve reform taleplerini iletmek üzere başkent Petersburg’a giden delegasyonda yer almıştır.[23]

1905 yılı bütün Rusya Türklüğü için olduğu gibi Ağaoğlu ve Azerbaycan Türkleri açısından da büyük neticeler doğurmuştu. 19.yüzyılın sonlarından itibaren Rusya’da çıkan ekonomik kriz ve son olarak Rusya’nın Japonya karşısında yenilmesi Rusya için birinci ihtilalin habercisi olmuştu. 9 Ocak 1905 tarihinde tarihe “Kanlı Pazar Günü” olarak geçen ve Petersburg’daki işçilerin kıyımıyla sonuçlanan olaylarla ateşlenen ihtilal sonucunda Çar II.Nikola meşruti idareye geçmek zorunda kaldı. 30 Ekim 1905’te hürriyet hakları niteliğinde bir manifesto yayınlayan Çar, Rusya’da yaşayan herkese “söz matbuat ve toplantı hürriyeti” tanımaktaydı. Bu ihtilalden sonra Azerbaycan’ın sosyal, kültürel ve siyasal yaşamında yeni bir devir başladı. Türkçe olarak birçok dergi ve gündelik gazeteler çıkarılarak matbuat alanında önemli gelişmeler oldu. Musiki, tiyatro vs güzel sanatlar alanlarında ilerlemekler kaydedilirken, eğitim ve edebiyat alanında büyük atılımlar yapıldı. Birçok maarif cemiyetleri, siyasi gruplar ve partiler kuruldu.[24]

İhtilalle beraber gelen demokratikleşme ortamı, süreç içerisinde siyasi otoritenin egemenliğini artırmak istemesiyle kaybolmaya başladı. İhtilalin getirdiği haklar ya da ortam yavaş yavaş siliniyordu. 1907 yılına gelindiğinde Rusya Müslümanları seçme-seçilme hakkından mahkûm bırakılmış, birçok gazete kapatılmış, eğitim veren mektep ve medreselere “teftiş” gerekçesiyle baskılar artırılmıştı. Bazı aydınlar hapis ya da sürgünle cezalandırılmıştı. 1907 yılı ile birlikte yoğunlaşan hükümet baskıları, sadece Rusya Müslümanlar İttifakı’nın resmileşmeden dağılmasına değil, aynı zamanda Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Abdürreşid İbrahim, Hüseyinzade Ali Bey gibi Rusya Türklerinin lider seviyedeki şahsiyetlerinin Rusya’yı terk etmesine yol açtı.[25]

 

4.      AĞAOĞLU’NUN OSMANLI YILLARI

Samet Ağaoğlu’na göre: “Gericiliğe ve Rus idaresine karşı giriştiği mücadele hayatını tehlikeye koyacak bir hal aldı. O zaman meşrutiyeti kabul ve ilan ettirmiş olanlar arasında Paris’te talebe iken tanıdığı Dr. Nazım, Ahmet Rıza gibi dostları bulunan babam, Türkiye’ye hicret etmek kararını verdi, anneme “Ben gitmeye mecburum, bu esir Türk yurdunu kurtaracak olan hür Türklerin arasında bulunmalıyım. Seni ailenden, memleketinden zorla ayırmak istemem, istersen kal!” dedi. Annem cevap verdi: “Ölünceye kadar seninle beraber olacağım.”[26]

Kimliği değişik ülkelerde, birbirinden farklı toplumsal çevreler içinde değişime maruz kalan Ağaoğlu, çok yönlü ve parlak kariyerini büyük ölçüde hayatının Türkiye dönemine borçludur. Gerek Meşrutiyet gerekse Cumhuriyet dönemlerinde önemli görevlere getirilmiştir: Profesyonel gazeteci, siyasetçi, İttihat ve Terakki genel merkez üyesi, akademisyen, yazar, maarif müfettişi, imparatorluk ve cumhuriyet parlamentolarında milletvekili, Matbuat ve İstihbarat Genel Müdürlüğü, anayasa hazırlayan kurulların üyeliği, Edebiyat Fakültesi Dekanlığı, Talim ve Terbiye Heyeti üyeliği, Kafkas Ordusu müşavirliği, siyasi parti kuruculuğu akla gelen ilk örneklerdir.[27]

1908’de ihtilalden sonra İstanbul’a gelen Ağaoğlu, Maarif Nezareti’nde görev almıştır.[28] Ağaoğlu’nun İttihatçılarla yakın ilişkileri kariyerinin daha da yükselmesine eşlik etmiştir. Süreç içinde Süleymaniye Kütüphanesi Müdürlüğü, Darülfunun’da müderrislik, dekanlık, Talim ve Terbiye Heyeti’nde üyelik gibi görevlere yükselmiştir.[29] Fransızca İttihatçı gazetesi Le Jeune Turc’e makaleler yazmıştır. Yusuf Akçura ile birlikte Türk Yurdu (1911) ve Türk Ocağı’nı kurmuştur.[30] Özellikle Azerbaycan ve Kafkasya’da Türkçülük akımının tutunmasında büyük hizmeti olan Ahmet Ağaoğlu “Türk Ocağı” çevresinde hayli etkin olmuştu.[31]

Türk Ocağı’nın kuruluşu resmen 25 Mart 1912’dir. Bu sırada Trablusgarp Savaşı 6 aya yakın bir zamandır devam etmekte, 3 gün önce ise İtalya, Çanakkale Boğazı’na saldırmıştır. Kuruluşun ortaya çıkmasına önayak olanlar Türkçülüğün ağır topları Mehmet Emin Yurdakul, Ahmet Ferit Tek, Ahmet Ağaoğlu, Dr.Fuat Salih’tir. Türk Ocağı özellikle İstanbul’da her Cuma verilen konferansları, kadınlı erkekli temsilleri, ocağın yayın uzvu haline gelen Türk Yurdu’ndaki büyük ilgi ile izlenen yazıları, milli iktisat alanındaki davranışlarıyla çok canlı bir etkinlik göstermiştir.[32]

Ağaoğlu ve Akçura’nın yönetiminde yayımlanmaya başlayan Türk Yurdu dergisi[33], Türk ulusçuluğunun organı olarak siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda fikirler üretmiştir. Böylelikle vatanı kurtarmak isteyenlerin uzun süredir üstünde direndikleri Osmanlıcılık artık savunulabilecek bir almaşık olmaktan bile çıkmıştır. Üyelerinin birçoğu askeri tıbbiyelilerden oluşan Türk Ocağı, doğal olarak İttihat ve Terakki’ye yakınlık duymakla birlikte, güncel siyasete karışmamaya çalışmıştır.[34] Ağaoğlu, bu süreçte cemiyetin çağdaş eleştirmenlerinden biri olmuştur.[35]

Rusya’daki Ekim Devrimi, Osmanlı Devleti’ndeki Turancı düşünceleri uygulamaya koyma yönündeki umutları yeşertmiştir.[36] Bu çerçevede Osmanlı Kafkas ordularıyla beraber Nuri Paşa’nın müşaviri olarak Azerbaycan’ın kurtarılmasına gitmiştir.[37]  1918’de büyük Fatih yangınında evi yanmış, yangın haberi üzerine bir müddetliğine Kafkas Cephesi’nden İstanbul’a gelmiş ve ailesini yeni evlerine yerleştirmiştir. Ağaoğlu bu üzücü olaydan sonra tekrar Nuri Paşa’nın yanına Kafkasya’ya dönmüştür. Bir müddet sonra da Büyük Harp mağlubiyetle bitmiş, İttihat ve Terakki Hükümeti çekilmiş, fırkanın büyükleri memleketi bırakıp gitmişlerdi. Ağaoğlu ise İstanbul’a geldikten sonra tehlikeli bir zatürreeye yakalandı. Bu hastalık onun tutuklanmasını biraz geciktirdi. Ve Malta sürgününe kapı aralayacak günleri başladı. Artık tutuklanmıştı.[38] İtilaf Devletlerine teslim olan devlet, şimdi de aydınlarını ve siyasetçilerini sürgüne gönderiyordu.

Malta yıllarında bir yandan sürgün günlerini geçiriyor, diğer yandan yazmaya devam ediyordu. İçinde bulunduğu durum yazılarına da yansıyordu. Bu dönemde makale olarak yazdığı, daha sonra kitap olarak basılan Üç Medeniyet isimli eserinde şöyle diyordu:

 “ Evet! Bu mağlubiyeti itiraf etmek zorunda kaldığımızdan biz de pek üzgünüz; fakat bunu bir kere açık ve kesin surette itiraf etmelidir. Bizde hala kelimelerle oynayarak, gerçeği görmemekten hoşlanan körler vardır. Fakat güneş gibi açık bir olayı inkar etmek ahmaklığın ta kendisidir ve artık bu ahmaklıktan yakayı kurtarmalıdır.

 

Yenilme iki türlüdür; maddi ve manevi. Maddi yenilme o kadar açıktır ki artık hepimizin beynimize kadar zannederim girdi. Yenilmenin bu kısmı bugün değil, üçyüz yıldan beri başlamıştır. İslam cemiyetleri birbiri ardınca ve gürültülü bir tarzda yıkılmakta ve mahvolmaktadır. Birçok bağımsız İslam hükümetlerinden tek bir tanesi bugün kendisini koruyamadı; İslamiyet’in son sağlam kalesi olan Osmanlılık da bugünkü perişan haline düştü. Artık bu kadar yıkılış inkar olunacak gibi değildir. Bütün bu perişanlıklar, bu yıkılışlar, şüphesiz Batı medeniyeti ile olan mücadelenin doğrudan doğruya sonucudur.

Manevi yenilmeye gelince; maddi yenilme kadar açık değilse de, bir fikir adamı için o derece muhakkaktır...”[39]

 

Limni ve Malta’daki sürgün günleri pek iyi geçmemiştir. Bu günlerde Ağaoğlu’yla beraber diğer tutukluların psikolojik işkencelere tabi tutuldukları anlaşılmaktadır. Mesela Mondros limanında Ağaoğlu bir İngiliz subayıyla sohbet etmiş, bu subay Rumları hiç sevmediğini söyleyerek Ahmet Bey’in elinde gördüğü sedef tespihi “hatıra” diye almak istemiş, tabii almıştır. Aralarında hatıra alışverişi olacak derecede bir samimiyet oluşmadığına göre, bu olay tespihin zorla alınması sayılabilir. Bir çeşit nazikçe gasptır. Bir başka örnek sabah altıda içtima usulü ile kaldırılmaları ve kurşunlanma tehdidi altında başka bir bölgeye nakledilmeleridir.[40]

 

Malta sürgünlerinin kaderlerini haklı ya da haksız oluşları değil, Ankara’nın başarı şansı etkiliyordu. II.İnönü Zaferi’nden sonra “Türkler Ankara Antlaşması’ndan vazgeçebilir.” ve “Türkler zafer kazanırsa tüm esirlerin serbest bırakılmasını isterler.” düşüncesiyle 64 sürgünden 40 tanesi salıverildi. Ağaoğlu da 28 Mayıs’ta İstanbul’a döndü. Ağaoğlu bir gece ansızın evine gelince, hanede büyük bir sevinç kopmuş, o da yuvasına kavuşmuştur. Ancak bu sevinç uzun sürmemiş, öldürülmek istendiğiyle ilgili haberler kulağına gelmeye başlamıştır.[41]

 

5.      AĞAOĞLU ANKARA’DA

 

Ahmet Ağaoğlu’nun İstanbul’da kalması hem siyasi hem de ekonomik gerekçelerden ötürü mümkün gözükmüyordu. Azerbaycan’a gitmekten yana değildi.[42] O’nun niyeti Ankara’ya gitmektir. Ankara’yla ilgili şu duyguları ise çok şairanedir:

“Ankara’ya bir müminin mukaddes bir şehre girerken taşıdığı duygularla giriyordum. Orasını bütün Türklük için bir Kabe, bir Kudüs olarak görüyordum. Oraya derin bir şükran, içten bir iman, yüksek bir dilek duygusu ile giriyordum. Orası beni düşmanların elinden kurtarıcı bir tapınaktı. Orası ocaksız ve yurtsuz kalmış Türklerin yurt ve ocakları için savaşan bir kahramanlar yatağı idi. Orası onuru kırılmış bir Türklüğün şeref ve haysiyet için talih ve kaderle çarpışan efsanevi şövalyelerin bir ocağı idi.”[43] Bu sözler Ağaoğlu’nun Ankara’nın askeri ve siyasi başarılarına karşı, dolayısıyla tutsaklığının sona erdirilmesiyle ilgili minnet duygularını belirtmektedir.

Ağaoğlu’nun Ankara’ya geldiği dönem, Ankara Hükümeti açısından işlerin iyi gitmediği bir döneme tekabül ediyordu. Kütahya-Eskişehir Savaşları Ankara aleyhine gelişiyor ve karargahın Ankara’dan Kayseri’ye taşınması gerekiyordu. Bu kritik ortamda Ankara nüfuzunu geliştirmek ve halkın desteğini sağlamak amacıyla Anadolu’ya irşad heyetleri gönderme kararı aldı. Bu karar üzerine Karadeniz sahillerini izleyerek Kars’a gidecek heyete Ağaoğlu tayin edilmiş ve Ağaoğlu Kars’ta bir günlük gazete ve okul kurarak işe başlamıştır. Ağaoğlu’nun bu vazifesindeki çabaları takdirle karşılanmış ve bizzat Mustafa Kemal tarafından 29 Kasım 1921 tarihinde henüz Kars’ta olmasına rağmen Matbuat ve İstihbarat Müdürlüğü’ne tayin edilmiştir. [44] Bu görev esnasındayken çeşitli raporlar yazarak basının durumunu TBMM’ye bildirmiştir.[45] Bu görevden 1923 yılında ayrılan Ağaoğlu, Hakimiyet-i Milliye’nin başyazarlığına getirilmiş ve yeni kurulan Ankara Hukuk Mektebi’nde Anayasa Hukuku derslerine girmeye başlamıştır. Bu arada II (11 Ağustos 1923-26 Haziran 1927) ve III. (1 Kasım 1927-26 Mart 1931) dönemde Kars mebusu olarak parlamentoda görev yapmıştır.[46]

Devrimlerin yapılması sürecinde ise Ağaoğlu’nun Atatürk’ü etkilediği görülmektedir. A.Holly Shissler’e göre; Kuran’ın ve ezanın Türkçeleştirilmesi, halifeliğin kaldırılması, milli egemenlik kavramının vurgulanması, milli egemenliğin İslam dini açısından uygunluğunun anlatılması, sultan ve hükümetin hain ilan edilmesi(İttihat ve Terakki’nin değil) gibi Atatürk’ün ve milliyetçilerin izledikleri yolu, uyguladıkları politikaları büyük ölçüde belirleyen kişi, hem Milli Mücadele hem de Cumhuriyet’in ilk dönemleri önde gelen entelektüellerinden Ahmet Ağaoğlu’dur.”[47]

 

Yazdığı yazılar bazı grupların ve dışarıdaki muhaliflerin şimşekleri üzerine çektiği için Ağaoğlu kısa zamanda büyük gürültülere sebebiyet veren bir aydın olmuştur. Hatta İsmet Paşa ile pek fikirleri uyuşmamış, bu durum Matbuat Umum Müdürlüğü görevinden alınmasına neden olmuştur. Özellikle 1926 yılında Atatürk’e sunduğu eleştirilerle dolu rapor Atatürk’ün ve İnönü’nün tepkisini çekmiş, adeta gözden düşmesine sebep olmuştur.[48] Bu raporda yürürlükteki ekonomi politikalarını ve parti bürokrasisini eleştirmektedir. Yönetici bürokratların toplum karşısında katı ve mesafeli bir tutum takındıkları, üstün konumlarından faydalanarak nüfuzlarını artırdıkları ve özel çıkarlara yöneldikleri belirtilmektedir.[49]

Bir müddet sonra Keçiören’de satın aldığı bağında çiftçilikle uğraşmaya başlamıştır. Bu konuda Samet Ağaoğlu şunları aktarmaktadır: “Keçiören onun hayatında bir merhaledir. Babam Ankara’nın bu bodur ağaçlı, çatlak ve kuru topraklı bağlarında bulduğu esrarlı bir cevherle elli yaşının bütün yorgunluklarını bir anda yok ederek yirmi yaş gençleşti. Keçiören’de ilk toprak alan odur. Keçiören’e ilk imar kazmasını o vurdu. Bu bağlara yerleştiği sene Keçiören halkı kendisini muhtar seçerken, çalışkan ve köylü ile candan alakalı bir köylü gibi sevindi. Evvela Çendereçi oğlu namında Katolik bir Ermeninin günde bir kara somun mukabilinde Bağlum köylülerini çalıştırarak ihracat yapacak kadar zenginleştiği bağları, uzun harp senelerinde harap olmuş bir halde aldı. Eskiden bir kara ekmek için bir gün çalışan aynı köylüler, bu sefer onun hesabına alın terinin ve kol emeğinin hakiki tadını almak zevkini tattılar. Bu köy halkından herhangi birisi için “Keçiören muhtarı Ahmet Bey” değişen devrin ilk yüzüdür.”[50]

 

6.      SERBEST FIRKA FAALİYETLERİ

           

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Türkiye’nin kurulan ilk muhalefet partisiydi. Ancak gerek Şeyh Sait İsyanı’nın çıkması gerekse parti yöneticilerinin isyancıları cesaretlendirmeleri partinin kapatılmasına neden olmuştu. Mustafa Kemal ise iktidarın karşısında yer alması için bir muhalefet partisinin olması gerektiğine inanıyordu. Bu süreçte Türkiye’de çok partili hayata geçiş denemelerinin ikincisi Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması olmuştur. 1930 yılında yaşanan bu gelişme Türk demokrasisi açısından önemlidir. Atatürk mali kaynak yardımı da vermek üzere bu partinin kuruluşuna önayak olmuş, arkadaşı Fethi Okyar’ın başkanlığında partinin siyasete atılmasını desteklemişti.


        Bu konuda Şevket Süreyya Aydemir şöyle demektedir: “Nihayet fırka kuruldu. Fırka için para da lazımdı. Gazi parayı da sağladı. Bir kurucu heyet meydana geldi. Fethi Bey fırka reisi olacaktı. Gazi’nin çevresinden ve çocukluk arkadaşı Nuri Conker umumi katip oluyordu. Fakat kurucuların en belirgin politikacısı Ağaoğlu Ahmet Bey’di. Kuruluşun en ilgi çekici olayı, Gazi’nin yeni fırka liderine verdiği bir teminat mektubudur. Gerçi parti kurulmakta idi. Ama bazıları, hele Ağaoğlu kuşkudadır. İşin ciddiliğine güvenmez. Yalova’da Gazi, Fethi Bey’i Ağaoğlu’na gösterir:

-Serbest Fırka Reisi Fethi Bey, Tabi Fethi Bey’le beraber çalışacaksın.

Evet çalışacaktır. Ama iş ciddileşince Ağaoğlu, Fethi Bey’e sorar:

-Ya teminat?

-Teminat mı? Aramızda mektuplar yazışarak yayınlayacağız…

Serbest Fırka kurucuları zaten ve her nedense bu teminatta ısrar etmektedirler. Teminat mektubunda Gazi, yeni fırkanın kuruluşunu arzu ettiğini, buna razı olduğunu ve fırkanın kuruluşu, yaşaması için elinden geleni yapacağını beyan edecekti. Bu beyanat halk efkarına açıklanacaktı.”[51]

Serbest Fırka’nın kurucuları arasında yer alan Ağaoğlu[52] gerçekte farklı görüşleriyle iktidar partisinden çok muhalefet partisine uygun bir kişilikti. Cumhuriyet ilkelerine samimi bir şekilde bağlı olmakla birlikte siyasal organların denetiminin gerekliliğini her zaman ısrarla savunmuştu.[53] Onun partiye katılma kararında Fethi Bey etkili oldu. Bir gün Fethi Bey’le aralarında şu konuşma geçmiştir:

- Pekâlâ! Fırka kurmak için para lazımdır. Paranız var mı?

- Gazi para da veriyor.

- Ala! Bu da fikrin ciddiyetini ispat edecek bir alamettir.

- Dahası vardır. Gazi bize şimdiden yetmiş, seksen mebus bile ayıracaktır. Bunun için benden bir liste bekliyor.

- Ne ala!

- Beraberiz, değil mi?

- Biraz düşüneyim!

- Düşününüz fakat size çok güveniyorum. [54]

 

Bu sözler Ağaoğlu’nun yeniden siyasete atılmasında etkili oldu. Ağaoğlu için süreç içinde Serbest Fırka macerası başladı. Yeni bir parti kurulması konusunda “Gazi bu işi samimiyetle istiyor, o istedikten sonra niçin muvaffak olmasın?” diyordu.[55] Partinin kuruluş sürecinde aktif biçimde görülen Ağaoğlu, uygun görmediği pek çok noktaya eleştiriler getiriyordu. Getirdiği bazı eleştirilerin bir kısmı Atatürk’ün pek hoşuna gitmiyor, pek çok açıdan Ahmet Bey’i yeriyordu.

Partinin kuruluş şekliyle ilgili olarak Atatürk ile Ağaoğlu arasında şu diyalog geçmişti:

- Profesör bey, ne dersin?

- Bu biraz fazla yapaydır.

- (Kaşlarını çatarak) Ne demek istiyorsun?

- İsmet Paşa tüm imkânlarıyla dururken ve siz partinizin başındayken, her türlü vasıtadan yoksun Fethi Bey çıkıyor. Kim gider onun yanına?

- Sen gidersin.

- Ben gitmem.

- Niçin?

- Sizden ayrılmam…[56]

Bu sözlerdeki keskinlik Ahmet Ağaoğlu’nun cüretkâr bir fikir ve dava adamı olduğunu göstermektedir. Devletin kurucusu ve milletin kurtarıcısıyla bu şekilde konuşması, düşüncelerini cesaretle ifade etmemekten çekinmemesi dikkat çeken bir özelliğidir.

 

Ağaoğlu’nun liberalizmle ilgili düşünceleri parti ile örtüşüyordu. Ağaoğlu ekonomik serbestlikten yana olmuş bir fikir adamıdır. “20.yüzyılda Türkiye nasıl kalkınır?” sorusuna farklı cevaplar verilmiştir. Bunlardan biri de içinde Ağaoğlu gibi isimleri yer aldığı grubun fikridir. Onlara göre devlet müdahalesinin ve bürokrasinin, kaynak tahsisini bozup israf yarattığını, içte serbest piyasanın dışta ise serbest ticaretin etkinlik sağlayıp refah artıracağını savundular.[57]

Bu partinin Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nden farkı kurucularının Atatürk’e karşıt değil, yakın arkadaşları olmalarıydı. İkinci olarak bu parti Terakkiperver Cumhuriyet Partisi gibi hükümet tarafından kapatılmamış, kendini fesih kararı almıştır. Terakkiperverlilerin muhalefet partisi olarak tutunma isteğine karşılık, onlar iktidara gelmeyi amaçlamışlardır. Bu da önemli bir gelişme, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın kökleşmiş varlığına karşı atılmış cesaretli bir adım olarak değerlendirilmelidir. Serbest Cumhuriyet Fırkası, Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan ekonomik görüşleri ile ayrılıyor, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ekonomide devletçi politikalarına karşı liberalizmi savunuyordu.(…)İktidar partisi bile onları doğrudan doğruya gerici olmakla suçlamıyor, fakat mürtecilere[58] karşı söz ve hareketleriyle enerjik bir şekilde mukabele etmediklerinden dolayı onları sorumlu tutuyordu. Nitekim Serbest Cumhuriyet Fırkası da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın akıbetinden kurtulamadı. Rejime muhalif güçlerin, şer odaklarının bu partiyi bir kalkan olarak kullanmaya kalkışmalarının önüne geçilemedi. Olayların kontrolden çıktığı bir anda Fethi Bey 17 Kasım 1930’da partiyi kapatmak zorunda kaldı.[59]

 

Şevket Süreyya Aydemir’in deyimiyle: “Bütün bu olan bitenler içinde, klasik demokrasinin tek özlemcisi olan Ağaoğlu için ‘istemem, gitmem!’ diyerek sürüklendiği bu beklenmeyen macera, onun siyasi hayatının da fiilen sonu oldu.[60]

 

Başarısız Serbest Fırka deneyi sonrasında Ağaoğlu’nun ısrarlı muhalefeti nedeniyle Kemalist kadrodan, meclis ve partiden, bütün kamusal görevlerinden ve son olarak üniversiteden ihraç edilmiş olduğu gerçeği onun rejimden kopukluğuna değil, temelde Batılılaşma tasarısına aşırı bağlılığına atfedilebilir.[61]

 

Ağaoğlu parti kapatıldıktan sonra İstanbul’a taşınmaya karar verdi. İstanbul Darülfunun’da profesörlük verdiler. Nişantaşı’nda aldığı büyük ve eski ev dönemin önemli sanatçı, şair ve ressamlarının toplantı yerlerinden oldu.[62]

1930 yılında Serbest İnsanlar Ülkesi’nde isimli eseri yayımlanmıştır. Ağaoğlu eserinde insanın insanı sömürmediği, ezmediği bir ülke tasvir eder. Orada herkes aydınlanmış ve kişiliklidir. Bilime ve sanata büyük bir değer verilir. Doğruluk, dostluk, paylaşmak ve insanlar arasında dayanışma bir görev gibi kabul görür. Herkes yaptığı iş ve serveti hakkında hesap vermek zorundadır. Orada doğa Tanrısına dua edilir. Kadınların özgürlüğünün sınırı o ülkedeki özgürlüğün sınırlarını ifade eder. İnsanların toplantı yapma, görüşlerini açıkça ifade etme ve eleştiri yapma hakları korunur. Herkes sade giyinir, tüketim zaafı yoktur. Her mahallenin sakinlerinin etkin olarak katıldıkları bir kültür ve sanat faaliyeti vardır. Dünyanın en önemli buluşlarını Serbest İnsanlar Ülkesi yapar. Şehirler temiz, düzenli ve sade bir mimariyle donatılmıştır. Fabrikalarda insanların yerine makineler çalışır; ihtiyaca göre üretim yapılır. Serbest İnsanlar Ülkesi yeni insanın yaratıldığı yeni bir dünyadır.[63]

Bu dönemde iki arkadaşıyla beraber Akın gazetesini çıkarmak için eşinin ziynet eşyasını ve Karabağ’dan getirdikleri el halılarını satmıştır. Hem üniversite hocası hem de gazeteci olan Ağaoğlu, bu gazetede İnönü’nün devletçi ekonomisini ve demiryolu politikasını tenkit ediyordu. Üç ay sonra şöyle bir gelişme yaşandı.[64] Atatürk Ahmet Bey’i Dolmabahçe’ye yemeğe davet etti. Yemek sırasında çıkarttığı Akın gazetesindeki makalelerini okutmaya başlattı. Burada makalelerde ne anlatmak istediğini sordu. Atatürk gazetedeki yazılardan haz almadığını söyledi.[65]  Bir müddet sonra Akın kapatılmış, arkasından 1933 Üniversite Reformu ile de Ağaoğlu emekli edilmiş ve köşesine çekilmiştir.

          Ağır bir halde hasta olan, Ağaoğlu’nun eşi Sitare Hanım, Ağaoğlu’nun üniversiteden çıkarıldığı haberini duyunca daha da ağırlaşmış, 16 Kasım 1933’te hayatını kaybetmiştir. Böylece hayatının son günlerini üzüntü içinde geçirmiş, İstanbul Topağacı’ndaki evinde gündüzleri uyuyup geceleri okumak ve düşünmekle hayatını devam ettirmiştir. Karaciğer, kalp ve nefes darlığından muzdarip Ağaoğlu, doktorları Akil Muhtar ve Hasan Ferit Beylerin çabalarına rağmen 19 Mayıs 1939’da Nişantaşı’ndaki evinde vefat etmiştir.[66]

Ölmeden birkaç dakika önce ağzından şu cümleler dökülmüştü: “İnsan vicdanı bir makinadır. Her makine gibi o da günün birinde durur.[67]

 

7.      DÜŞÜNCE HAYATI

 

A.Holly Shissler, Ağaoğlu’nun düşünce yaşamını şöyle özetlemektedir: Düşünce yaşamı boyunca Ağaoğlu iki temel konuyla ilgilendi: Birincisi, “Bütüncül insanlardan” oluşan, liberal bir sivil toplumun yaratılması, ikincisi, o özgür insanlar toplumunu bir arada tutacak, bilinç düzeyinde paylaşılan bir zihniyetin yaratılması ve yaşatılmasıydı. Kendi toplumu için bu hedefleri yakalamaya çalışırken, liberal kurumlara önem verdi –yalnızca temsil kurumları ve kişisel özgürlük gibi biçimsel, sembolik konularla ilgilenmekle kalmadı, bunun yanında insan zihninin otoriteye başvurmak zorunluluğundan bağımsızlaşması gibi konuları da ele aldı ve aynı zamanda ona göre milletin özü, ortak zihniyeti doğuran ve yapılandıran iki önemli öğeye, dile ve dine ayrıcalıklı bir yer tanıdı.[68]

Ahmet Ağaoğlu, Türkçülük akımının önemli temsilcilerinden biri olmakla beraber bu özelliğiyle kalmaz, Batıcılık’la ve Liberalizm’le ilgili fikirleriyle de dikkat çekmektedir. Serbest Fırka içerisinde yer almasında liberal görüşleri etkili olmuştur. Batı dünyasını-eserlerini yakından tanıma fırsatı duyması, küçük yaşlardan itibaren Doğu’nun kusurlarını görmesi Ağaoğlu’nda Batıcılık fikrini güçlendirmiştir. Türkçülük açısından bakıldığında diğerlerinden ayrılır. Çünkü o realist bir fikir adamıdır ve tüm Türklerin tek bir bayrak altında toplanmasından söz etmez. İslamcılık fikrinin savunucusu olmamakla beraber İslam dünyasındaki bozulmanın derhal terk edilmesi gerekliliğinden, problemlerinden bahseder. Ağaoğlu’nun fikir dünyasını şöyle açıklayabiliriz:

İslamcılık[69] açısından; çağının bütün Osmanlı aydınları gibi Ağaoğlu da İslam dünyasının Batı uygarlığı karşısında gerilemesi sorunu üzerinde düşünmüştür. İslamiyet’in farklı dönem ve mekânlar içindeki deneyimlerini birbirinden kopuk süreçler olarak gören Ağaoğlu, bu birbirinden koparılmış ve farklılaştırılmış deneyimleri modern Batılı kavram ve ölçütlere başvurarak tanımlamaya çalışmıştır.[70] Ağaoğlu Rusça olarak yazdığı ve İslamlıkta Kadın adını taşıyan kitabında, İslamiyet’in kadın haklarını bütün öteki dinlerden daha fazla koruduğunu, ama daha sonra batıl inançlar ve bunlara dayanan yorumlar yüzünden kadının toplumda ve ailede geri plana itildiğini ileri sürdü. Bu durumun İslam toplumlarını çöküntüye götüren nedenlerden biri olduğunu savundu. Ağaoğlu’na göre Osmanlı İmparatorluğu içindeki ulusların yavaş yavaş bağımsızlıklarını kazanmalarıyla, dünyada bağımsız kalan tek İslam devleti de tutsak olma tehlikesiyle karşı karşıya gelmişti. İmparatorluğun kurucusu olan Türk ulusunu ayakta tutabilmenin, hem içerdeki bağnaz dindarlara hem de dış düşmanlara karşı korumanın tek yolu Türk milliyetçiliğini uyandırmaktı. Bu yol bağımsızlığın ve batı uygarlığının kapısını açacak, böylece başka ülkelerde tutsak yaşayan Türk ulusları için de bir umut doğacaktı.[71]

 

Türkçülük açısından; Ağaoğlu, imparatorluğun koşullarının değişmesi ve İttihatçılarla bağlarının gelişmesi ölçüsünde Pantürkist hareket içinde etkin bir rol kazanabilmişti. Onun faaliyeti ideolojik bir amacın gerçekleştirilmesinden çok, devlet hizmetinin yerine getirilmesiyle ilgilidir. O, Türkçülüğü ulusal kurtuluşu sağlayacak birleşmenin temel noktası olarak görmektedir. İlk önceleri dinin arka planda olduğu bir yapıyı savunurken, daha sonraları bu anlayışı değişerek tersi bir hal almıştır. Bunda İslamcılığın kan kaybetmeye başlaması ve Türkçülüğün giderek tırmanan bir trende sahip olmasının da payı bulunmaktadır. Ağaoğlu’nun milliyetçiliği; kendi cemaatinin kapasitesini bireysel ve kolektif olarak ilerlemenin ana doğrultusuna yeniden girecek şekilde tahayyül eden ve modern milli bilinci, beraberinde getirdiği her şeyle birlikte geliştiren bir milliyetçilikti.[72] Öncelikle milli bilincin sağlam temeller üzerine inşa edilmesine dikkat çekmişti. Bunun da çeşitli yolları vardı. Bunlardan biri Türklerin dinini Arap karakterinden arındırarak onu kendilerine mal etmeleridir. Aynı şekilde Türk dilinin de yabancıların esaretinden kurtarılması ve kendi özünün açığa çıkarılması gerekir.[73]

 

Batıcılık ise fikri alanda ulaştığı en son noktadır. Batının her yönü ile model alınmasından yanadır. Ancak onun bu düşüncesi sade bir taklidin çok daha ötesinde yer alır. Ağaoğlu’nun Batıcılığı, medeniyet yarışında Batı’nın önde oluşundan kaynaklanmaktadır.[74] Ağaoğlu’nun gözünde Batılı siyasal ve toplumsal kurumların model alınması İslamiyet’in ihyasına engel oluşturmayacak, aksine destekleyecekti.[75]

 

Modern batılı bireyi Doğu toplumlarına model olarak gösteren Ağaoğlu, geleneksel olarak Doğu’da bireyin gelişmemişliğinin kanıtı olarak karizmatik kişiliklerin varlığını, onların toplum içindeki güç ve ayrıcalıklarını göstermiştir.[76]

 

8.      ESERLERİ

 

A-Hayatta iken yayınlanan eserler

1-      Şii Mezhebi ve Menbaaları (Fransızca, Paris’te basılmıştır.)

2-      Ahunt ve İslamiyet (Rusça, Kafkasya’da basılmıştır.)

3-      Türk Hukuk Tarihi (İstanbul Hukuk Fakültesi Dersleri)

4-      Türk Medeniyet Tarihi (İstanbul Hukuk Fakültesi Dersleri)

5-      İslam’da Kadın (Rusça’dan tercümesini Hasan Ali Ediz yapmıştır.)

6-      Hukuku Esasiye (Ankara Hulkuk Fakültesi dersleri)

7-      Devlet ve Fert

8-      Serbest İnsanlar Ülkesinde

9-      Üç Medeniyet

10-  İngiltere ve Hindistan

11-  Çeşitli Konular Üzerinde Seri Makalelerden Mürekkep Eserler

12-  Etika (Kropotkin’den çevrilme)

B-Ölümünden sonra yayınlanan eserler

1-      Ben Neyim?

2-      İran ve İnkılabı

3-      Gönülsüz Olmaz!

4-      İhtilal mi? İnkılap mı?

5-      Serbest Fırka Hatıraları[77]

1.      SONUÇ

 

İnsanlık tarihinde Doğu dünyasının gelişimi en önemli meselelerden biri ise bu meselenin içinde Ahmet Ağaoğlu’nun etkisinin görmezden gelinmesi imkânsızdır. Çarlık Rusya’sında meydana gelen olaylar karşısında bir yandan yaşadığı toplumun geleceği için silahlı mücadeleyi öngören Ağaoğlu, diğer taraftan ilerici fikirleriyle dikkat çekmektedir. Ağaoğlu, Türkçülük düşüncesinin sistemleşmesine katkı sağlamakta, ulus olma çağında kendi milliyeti için bunun gerekliliğini kavramaktadır. Aynı Ağaoğlu Osmanlı modernleşmesi içerisinde fikirleriyle dikkati çekmektedir. Ancak bu sürece kadar olan meselelerin dışında yani Çarlık Rusyası ve Meşrutiyet İstanbul’u dışında, Ağaoğlu’na Ankara’da bakmak bizim için son derece önemlidir. Neden mi?

Yokluklar içerisinde, düşmandan temizlediğimiz topraklarımızda mutlak ve gerçek bir modernleşmenin gerekliliklerinin anlatılmasında ve bunun gerçekleşmesinde Ağaoğlu önemli bir yere sahip olmuştur. Savunduğu çağdaş fikirlerle Atatürk inkılâplarının destekleyicisi olmuştur. Hatta onun demokrasi anlayışı, daha da ileri giderek Cumhuriyet Dönemi’ndeki bazı uygulamakları şiddetle eleştirmesine yol açmıştır. Bu özelliği onun gözden düşmesini sağlasa da bundan önceki katkıları Modern Türkiye’nin kuruluşuna çok ciddi katkı sağlamıştır.

Ahmet Ağaoğlu’nun biyografisini ortaya koymaya çalışırken en çok dikkatimizi çeken niteliklerinden biri zaten eleştirel yeteneği olmuştur. Bu eleştirel yetenek, yöneticiliğinin dahi önüne geçmiş, pek çok kaynakta onunla ilgili “eleştiri adamı” nitelendirilmesi yapılmasına neden olmuştur. Yeni bir ülke ve devrim yapılırken karşılaşılan güçlükler ya da aksilikler bile onun eleştirilerine maruz kalmıştır.

Sürgünde, mecliste, gazetede, bürokraside kısacası pek çok yerde gördüğümüz Ağaoğlu, günümüz siyasal süreçlerine, liberalizm düşüncesine, Türkçülük fikrine ve Yeni Türk Devleti’ne sağladığı katkılarla dikkat çekmektedir. Ahmet Ağaoğlu, yaşadığı dönem içerisinde değerlendirildiğinde mücadeleci ve politik bir düşünce adamıdır.

 

 

 

KAYNAKÇA

1-      Ağaoğlu, Ahmet, Üç Medeniyet, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Kültür Yayınları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1972.

2-      Ağaoğlu, Ahmet, Serbest Fırka Hatıraları, Baha Matbaası, 2.Baskı, İstanbul 1969.

3-      Ağaoğlu, Samet, Babamdan Hatıralar, Ağaoğlu Külliyatı 2, Ankara 1940.

4-      Ağaoğlu, Samet, Babamın Arkadaşları, Nebioğlu Yayınevi, İstanbul 1969.

5-      Ahmad, Feroz, 1908-1914 İttihat ve Terakki Kaynak Yayınları, 3.baskı.

6-      Akşin, Sina, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi 1789-1980, İmaj Yayıncılık, Ankara 1996.

7-      Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, III. Cilt, Remzi Kitabevi, 26. özel basım, İstanbul 2011.

8-      Aydemir, Şevket Süreyya, İkinci Adam, I.Cilt, Remzi Kitabevi, 14. özel basım, İstanbul 2011.

9-      Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, 16.baskı, İstanbul 2011.

10-  Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılap Tarihi Cilt II, Kısım IV, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1952.

11-  Demir, Fevzi (ve diğerleri), Bilim ve Ütopya Dergisi Sayı: 187 Yıl:16 Aylık Bilim, Kültür ve Politika Dergisi Tanzimat’ta Cumhuriyete Türk Ütopyaları, Ocak 2010.

12-  Cengiz, Yasin, Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Kapanışı Sonrasında Mutedil-Muhalif Bir Kimlik Olarak Ahmet Ağaoğlu ve Basındaki Sesi: Akın, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2008.

13-  Hablemitoğlu, Necip, Çarlık Rusya’sında Türk Kongreleri (1905-1917), Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2.Baskı, İstanbul 2004.

14-  Kili, Suna, Atatürk Devrimi, Bir Çağdaşlaşma Modeli, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 7.basım, Ankara 2000.

15-  Öztoprak, İzzet, Türk ve Batı Kamuoyunda Milli Mücadele, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989.

16-  Özcan, Ufuk, Ahmet Ağaoğlu ve Rol Değişikliği, Akademi Yayınları, 1.basım, İstanbul 2002.

17-  Özcan, Özge, Ahmet Ağaoğlu ve Yusuf Akçura’nın Siyasi Kimliklerinin Analizi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kütahya 2010.

18-  Özkan, Asaf, Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu’nun Türkiye’nin Kültür ve Düşünce Hayatına Etkileri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi),  Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Erzurum 2005.

19-  Sakal, Fahri, Ahmed Ağaoğlu Bey, Türk Tarih Kurumu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1999.

20-  Soysal, Ayşegün, 20.Yüzyıl Osmanlı Tarihi,  Toplumsal Tarih-Aylık Tarih Dergisi, 208.sayı, İstanbul Nisan 2011.

21-  Shissler, A.Holly, İki İmparatorluk Arasında Ahmet Ağaoğlu ve Yeni Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Çeviren: Taciser Ulaş Belge, İstanbul 2005.

22-  Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi I, Ahmet Ağaoğlu, Anadolu Yayıncılık, İstanbul 1983.

23-  Türkiye Tarihi Çağdaş Türkiye 1908-1980, Cilt 4, Cem Yayınevi, İstanbul 1990.

24-  Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük, www.tdk.gov.tr.

25-  Yalçın, Durmuş (ve diğerleri), Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I-II, Atatürk Araştırma Merkezi, Divan Yayıncılık, Ankara 2004.

 


 
 
  Bugün 11 ziyaretçi (11 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol