Hangi Tarih
  Irak-İran Savaşı
 

1-GİRİŞ

Günümüzde yaşadığımız pek çok olayın ya da gelişmenin arkasında yakın tarihle ilgili gerçekler yatmaktadır. Bu gerçekler geçmişten günümüze ve geleceğe doğru uluslar arası ilişkileri, toplumların gidişatını, sınırları, sorunların çözümünü ya da yeni sorunlar ortaya çıkmasını sağlayacak nitelikte olmuştur. Bunlardan biri de 1980-1988 yılları arasında yaşanman Irak-İran Savaşı’dır.

Başta;

-          I. ve II. Körfez Savaşı

-          ABD’nin Ortadoğu’yla daha yakından ilgilenmesi

-          İran Devrimi’nin ömrünü uzatması

-          İsrail’in güç kazanması

-          Türkiye siyasetinde İslami partilerin ön plana çıkması

-          Kürt hareketlerinin etkinliğini artırması

olmak üzere pek çok önemli sonuca ve gelişmeye yol açan bir başlangıç olmuştur. İran İslam Devrimi, Şattülarap su sorunu, mezhep çatışmalarının çıkar çatışmalarına dönüşmesi gibi nedenlerle başlayan savaş yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesine yol açmış ve bölgeyi huzursuzluğa sürüklemiştir.

Objektiflik ve tutarlılık ilkelerine önem verilerek hazırlanan bu içerik iki taraftan tanıkların görüşlerine de yer vermiştir. Önemli noktaların üzerinde durulmuş, özgün bir metin yapılamaya çalışılmıştır.

Araştırma sırasında gerekli kaynaklara ulaşılmasıyla ilgili herhangi bir sorun yaşanmamıştır.  Bu çalışma esnasında İSAM Kütüphanesi, Barbaros Kütüphanesi, Yeditepe Üniversitesi Kütüphanesi, Marmara Üniversitesi Kütüphanesi ve Atatürk Kitaplığı’ndan faydalanılmıştır.  ‘Irak-İran Savaşı’ konusunun incelendiği bu metin, tutarlı ve bilimsel esaslar dahilinde yapılmaya çalışılmıştır. Elinizdeki bu ürünü diğerlerinden ayıran özellik, meseleyi ana hatlarıyla vermiş olması ve bunu tanıklara dayandırmasıdır.

 

 

2-IRAK-İRAN İLİŞKİLERİ

İki komşu ülke olan İran ile Irak arasında, özellikle İngiltere’nin 1970 yılında bu bölgeden çekilmesinden sonra, Basra Körfezi ve Şattülarap Nehri üzerinde egemenlik mücadelesi ile etnik ve dini, aynı zamanda iki ülkede iktidarı elinde tutan rejimlerin birbirlerine karşı tutum ve davranışlarından dolayı, gittikçe çoğalan gerginlik bulunuyordu. Aslında, İran’ın Şattülarap suyolunun kontrolünü eline geçirmek iste­ği Osmanlı dönemine kadar gitmektedir. Nitekim iki devlet arasında bu ko­nuda 17. yüzyıldan itibaren sürekli olarak çekişme ve çatışmalar olmuştur. 1913’te ise, yapılan Osmanlı-İngiliz Anlaşması ile de bölgede İngiltere etkin­lik kurmuş, bu da 1970’e kadar sürmüştür. [1]

İran ve Irak ilişkileri 1958’de Irak’taki monarşinin bir darbe ile devrilmesi üzerine gerginleşmeye başladı. İran-Irak ilişkileri 1950’den itibaren bozulmaya başlamıştı. Irak’ta iktidara gelen sol rejimden İran’ın batı yanlısı şahı hiç hoşnut değildi. 1968’de Irak SSCB ile dostluk ve işbirliği anlaşması imzaladı. Ardından SSCB’den silah satın almaya başladı. Yeni durum İran için bir tedirginlik kaynağı ol­muştu.[2] Aşağıda sırasıyla Irak ve İran haritaları gösterilmiştir:[3]

                                     

Dicle ve Fırat Nehirleri Irak sınırları içinde birleşe­rek Şattülarap adını alır ve Basra Körfezine dökülür. İşte bu Şattülarap’ın doğu cephesinden itibaren denize döküldüğü kısımla birlikte İran hak iddia etmiştir. Irak ise böyle bir hakkı kabul etmemiştir. İki ülke komşu ülke arasındaki problemlerin temelini bu konu oluşturmuştur. İran hem bu Şattülarap’a ve hem de Basra Körfezi’ne sahip olmak, burayı sadece İran’ın kullanabileceği bir İran Körfezi yapmak istemiştir. Hatta İran Osmanlı Devleti’nin bölgeye hakim olduğu devirlerde de dile getir­miş ise de, bu emellerine ulaşamamıştı. 1913 yılında imzalanan İstanbul Protokolü ile İran’ın bu isteklerine set çekilmişti. Fakat I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti bölgeden çekilince, İran bölge üzerinde yine hak iddia etmiş, İngiltere’nin baskısı ile bu iddiadan tekrar vazgeçmek mecburiyetinde kalmış, bu arada müstakil Irak ile Bağdat Paktı içinde bir araya gelerek dostane ilişkiler kurmuştu.[4] Şattülarap Nehri’nin statüsü ilk olarak 1936 yılında belir­lenmişti. Ancak BAAS Partisi’nin Irak’ta iktidarı ele geçir­mesi ile birlikte İran anlaşmayı tek taraflı olarak feshettiği­ni duyurmuştu.[5] Irak’a göre bu nehir tamamen ulusal ve Arap’tı. Irak egemenliği Şattülarap’ın bütününe uygulanmalı, İran’la nehirin doğu kıyısını izlemeli idi. İran’a göre ise uluslararası bir nehir olan Şattülarab üzerinde egemen­lik paylaşılmalı idi ve sınır da nehrin ortası olarak sap­tanmalıydı.[6]

İran, Şah rejimi döneminde, petrolden elde ettiği gelirle satın aldığı si­lah ve savaş araç gereçleriyle güçlü bir ordu kurmaya çalışmıştı. Bu arada, Hürmüz Boğazı yakınlarındaki bazı adaları işgal ederek Basra Körfezi üze­rinde etkisini çoğaltmış, Şattülarap üzerindeki ortak kontrol statüsünü tanı­madığını açıklamıştı. Bunun arkasından da 1975 yılında, Irak’ın iç sorunlarından yararlanan İran, 6 Mart 1975’te iki ülke arasında yapılan Cezayir An­laşması ile Şattülarap üzerinde tek başına kontrol hakkını elde etmişti. [7] Özellikle Saddam an­laşmayı mecbur kaldığından dolayı imzaladığını düşün­düğünden anlaşmadan hoşnut değildi. Irak, devrimin ge­tirdiği kargaşa ortamından yararlanarak 18 Eylül 1980’de anlaşmayı tanımadığını açıkladı.[8]

Zira Şattülarap suyolunun paylaşılması ve denetimi iki ülke arasında tarihsel bir sorun olarak kökeni Osmanlı dönemine kadar dayanmaktadır. Dicle ve Fırat nehirlerinin Basra’nın kuze­yinde birleşmesiyle meydana gelen ve Körfez’e kadar 185 km uzunluğunda bir suyolu oluşturan bu nehre Araplar Şattülarap adını verirken, İranlılar Arvand nehri adını kullanmaktadır. Körfez’e dökülürken yaklaşık 2 km’lik bir genişliğe sahip bulunan bu suyolu üzerindeki, Irak’a ait Basra ve İran’a ait Hürremşehr, Abadan liman kentleri savaştan önce olduğu gibi savaştan sonra da ekonomik ve stratejik değere sahip yerleşim merkezleridir. Şattülarap suyolunun kontrolü, Osmanlı İmparatorluğu ile İran Şahlığı arasında da uyuşmazlık konusu olmuş, bu doğrul­tuda 1823 ve 1837 Erzurum Antlaşmaları yapılmış ise de sorun yine de tam olarak çözülememiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra İngiltere’nin desteğiyle kurulan Irak Krallığı ile İran Şahlığı arasında sürtüşme devam etmişti. 1937’de ilgili ta­rafların katılmasıyla gerçekleştirilen antlaşma ile Şattülarap’ın denetimi önemli ölçüde Irak’ın eline geçmiş, ne var ki İran, bu antlaşmayı bir türlü kabul edememiş ve sürekli olarak denetimin kendinde olmasını savunmuştur. İran, Irak’ta 1958 ve 1968 darbeleriyle yönetimi tamamen ele geçiren Baas’ın Körfez devletleri üzerindeki olumsuz etkisinden ve darbeler dolayısıyla zayıf duru­mundan yararlanarak 1969’da 1937 antlaşmasını tek taraflı feshetmiş ve Şattülarap’ın denetiminin kendisine ait olduğunu açıklamıştır.[9]

 

Cezayir An­laşması’nın arkasından Irak, askeri gücünü arttırmak için Fransa ve Sovyetler Birliği’nden silah alımını hızlandırdı. Bu arada 1978’de Arap Birliği zirvesine ev sahipliği yaparak hem siyasal prestijini artırdı hem de Mısır’ın tecrit edilmesine öncülük etti. Nitekim Camp David Anlaşması’yla birlikte Mısır’ın Arap dünyasındaki liderliğinin ve Üçüncü Dünya ülkeleri arasındaki prestijinin sarsılması Irak’ı Mısır’ın bıraktığı boşluktan yararlanarak gerek Arap dünyasının gerekse Üçüncü Dünya’nın liderliğini yapma arzusunu kamçılamıştı. Şahın düşmesi de Saddam’ın böl­gede ortaya çıkan güç boşluğunu doldurma yönündeki isteklerini önemli ölçüde uyandırmış oldu.[10]

1968’de Saddam Hüseyin önderliğindeki Baas Partisi’nin Irak’ta iktidarı ele geçirmesi Irak’taki gelişmelere yeni ivme kazandırmıştır. Yeni rejimle birlikte Irak, komünist ülkelerle, özellikle Sovyetler Birliği ile ilişkilerini geliştirdi. Bu ülkeyle 1972’de bir ‘Dostluk ve İşbirliği’ antlaşması imzalayan Irak yönetimi, Rusya’dan bol miktarda silah ve mühimmat aldı, ordusunu kuvvetlendirdi. Irak’taki bu geliş­meler hem İran’ı hem de bu ülkeyi destekleyen İngiltere ile ABD’yi memnun etmemiştir. Bu gelişmeler üzerine İran, ABD ve İngiltere’nin telkinleriyle, Kuzey Irak’taki Kürtleri Bağdat yönetimine karşı kışkırt­maya başladı. Daha önce Kürtlerle bir antlaşmaya varmış ve onlara muh­tariyet hakkı vermiş olan Irak yönetimi, Kürtler üzerine asker sevk etmiş­tir. 1974 yılında Kürtler ile Irak kuvvetleri arasında kanlı çarpışmalar oldu. Silah gücü daha üstün olan Irak ordusu Kürtleri yendi. Yüzbinin üzerinde Kürt İran’a sığındı. İran, sığınan Kürtleri silahlandırarak yeniden Irak’a gönderdi. Böylece çarpışmalar aylarca devam etti. İran ile Irak, Kürtleri kullanarak birbirleriyle harp eder duruma gelmişlerdir. Sonunda Cezayir Devlet Başkanı Bumedyen’in arabulucuğu ile İran hem Kürt me­selesinde hem de Şattülarap konusunda sulh yaptılar.[11] Ancak devrimden sonra işler değişmeye ve İran harekete geçmeye başladı.[12]

 

Şah Rıza Pehlevi’nin devrilmesinden önce, İran, Suudi Arabis­tan’dan sonra dünyanın ikinci büyük petrol üreticisi olarak hızlı bir sana­yileşme sürecine girmiştir. Bu süreç, ülkenin toplumsal yapısı üzerinde, çarpıklıkları dışa bağımlılığı ve eşitsizlikleri içinde barındırdığı için, olumsuz etkiler yapmış olsa İran’ı Ortadoğu bölgesinin önemli gücü yap­maktan alıkoymamıştır. Şah büyük bir hızla ordusunu silahlandırarak, bölge dışında Hint Okyanusu’nda da önemli bir güç olma amacını taşımıştır. İran sadece 1971-1977 yılları arasında 23 milyar dolar değerin­de modern silah sistemleri satın aldı.[13]

Savaş öncesi ve sonrası İran’dan kareler[14]

1979 yılında İran’da yapılan İslami hareket ve bunun sonucunda şah yönetiminin yıkılmasından sonra, İran ordusunun iç sorunlar nedeniyle sar­sıntı geçirmesi üzerine; Irak, Basra Körfezi ve bölgede etkili bir duruma gelebilmek üzere harekete geçti. Bu da, Irak-İran Savaşı’nın çıkmasına yol açtı.[15]

Irak’ın İran’la ilişkilerinin gerginleşmesine neden olan olaylar zincirinden en önemlisi, 1980 Şubatında devrimin yıldö­nümü dolayısıyla Tarık Aziz’e suikast düzenlenmesiydi. l980 Nisanına gelindiğinde ise Bağ­dat ile Tahran arasındaki ideolojik ve psikolojik savaş tamamen kızışmıştı. Bu olayların etkisiyle Iraklı Şiilerin lideri Bekir el-Sadr ve kız kardeşinin idam edilmesi üzerine iki ülke arasındaki ilişkiler daha da gerginleşti.[16]

Irak rejimi 31 Mayıs 1979’da, pek çok Iraklı komünisti, orduya sızdıkları bahanesini öne sürerek idam etti. Saddam Hüseyin, Temmuz ayında, tüm iktidarı eline geçirmiş ve İran’a karşı savaş hazırlıklarına başlamıştı.[17]

Ayetullah Bekir Sadr’ın idam edilmesine, Humeyni Baas rejimini devirme çağrısı yaparak karşılık verdi. Bunun ardından küçük sınır çatışmaları yapılmaya başlandı. Bu arada İran ayrılıkçı Kürtleri de Irak rejimine karşı destekleyerek kışkırttı. Bunun yanında Humeyni ve Araplar arasında bir dizi çarpışmalar yaşandığı Kuzistan Arapları Abadan petrolleri­ni elinde tutuyordu. [18] Kuzistan Araplarının lideri Şeyh Muhammed Tahir Hakani, Humeyni yönetimine müracaat ederek hem petrolden hisse ve hem de merkezi hükümette temsil hakkı istedi. Bu isteği Humeyni tarafından reddedilince de silahlı mücadeleye girdi. Arap gerillaları ile İran Devrim Muhafızları arasında şiddetli çarpışmalar oldu.[19] İran’daki Arap bölgesi olan Kuzistan’a özerklik verilmesi iddialarını savunmaya başlayan Irak’ın yanı sıra Kuzistan Arapları da özerklik istediler.[20] 1979 devriminden sonra bağımsızlık istemeye başladılar. Bağımsızlık istekleri ile birlikte bölge­den elde edilen petrol gelirlerinden de pay istediler. Humeyni’nin bu istekleri kabul etmemesi ile birlikte Hürrem şehirde Araplarla çarpışmalar yaşanmaya başlandı.[21] Bu çarpışmalarda Irak, Kuzistan Araplarına silah ve cephane yardımı yaptı.[22] Bunun üzerine İran, Irak’ı içişlerine karışmakla suçladı.  Her iki taraf, yani Irak ile İran, birbirlerini rahatsız edecek ne varsa yapmaya başladı. Sonunda iki ülke birbirleriyle karşı karşıya geldiler. [23]

Bu süreçte 1979 devrimi sonrasında oluşan iç karışıklık nedeniyle İranlı sınır muhafızlarının görevlerini tam olarak yerine getirememeleri, Kuzey Irak’taki Kürt gerilla gruplarının rahatça sınırı geçmelerini sağladı. Bu durumda İran’ın Irak’a bitişik bölgeleri Irak Kürtleri içki bir sığınak haline geldi. İran’ın, iki ülke topraklarına bölücü unsurların girmesini önlemek için hazırladığı “Simurg” planı da, ağır kış şartları ve İran’daki karışıklıklar sebebiyle uygulanamadı.[24]

Devrimin etkileriyle ilgili Tarık Aziz’in şu düşünceleri dikkat çekicidir:

 

Eğer İran devrimi, Emperyalizme karşı bir devrim ise, doğu ve batıya bağlı olmayan bir yöntemi güdüyorsa, coğrafi bakımdan ve bu bağımsız tutumda kendisine en yakın olan kimse Irak’tır, Irak bölgede Emperyaliz­me karşı savaşında temelli bir kaladır, O, Emperyaliz­me karşı öyle, direnç ile savaşını veriyor ki, Em­peryalizm planının bedeninde en büyük bir diken duru­muna gelmiştir. Irak tüm devletler arası kitlelere bağlı olmayan büsbütün bağımsız bir ülkedir, ortak düşüncelerinin birbiri ile buluşmaları da doğaldır. Demeçlerde söylendiği gibi, İran devrimi bir yan­da Filistin için bir devrim  ise,  Filistin  savaşının şimdiki vakitte en çok gereksinim duyduğu ülke Irak’­tır, çünkü Irak Arap doğu ülkelerinin en büyüğü, beşeri, askeri ve ekonomik ve daha başka bakımlardan en güçlü ülke sayılmaktadır ve Irak olmadan Arap ulusunun Siyonist düşman ve Emperyalizm ile olan çatışmasında Mısır hakiminin hıyaneti yüzünden oluşan stratejik yarık doldurulmaz. Bu arada Filistin’e sadık kalmak Filistin’in en büyük gereksinme duyduğu Irak’ı oyalamakla uygun gelir mi ?

Eğer İran devrimi Arapların dostu ise her şeyden önce onun Irak Arapları ile dayanışması gerekir, çünkü onlar komşu ve en yakınıdırlar. Yakın Araplara karşı oyun ve iftiralar uygulanırken uzak Araplarla ilgili gü­zel ve iyi sözlerin söylenmesi mantığa uymaz.[25]

 

Aşağıdaki tablolarda ülkelerin bugünkü durumları hakkında gerekli bilgileri görebilirsiniz.[26]

         

 Tablo 1 Irak’a ait bilgiler                                                  Tablo 2 İran’a ait bilgiler             

Coğrafi Konumu: Ortadoğu

Koordinatları: 33 00 Kuzey, 44 00 Doğu

Sınırları: Kuzeyde Türkiye (352 km), doğuda İran (1458 km), güneydoğuda Basra Körfezi ve Kuveyt (240 km), güneyde Suudi Arabistan (814 km), batıda Ürdün (181 km) ve Suriye (605 km).

Kıyı Şeridi: 58 km.

Saat Dilimi: GMT + 3 saat

Yüzölçümü: 437.072 km

İklimi: Çöl iklimi

Doğal Kaynakları: Petrol, doğal gaz, kükürt, fosfat.

Çevre Sorunları: Su ve hava kirliliği, erozyon, çölleşme başlıca sorunlar.

En Yüksek Yeri: Hacı İbrahim (3600 m)

En Alçak Yeri: İran Körfezi (0 m]

Nüfusu: 28.9 milyon

Nüfus Artış Oranı: % 2.5

Etnik Yapı: Araplar % 80, Kürtler %15,Türkmen ve diğerleri % 5

Dini: İslam (Şii ve Sünni Müslümanlar)

Dili: Arapça, Kürtçe

Yönetim Biçimi: Nisan 2003’tekı Saddam Hüseyin Rejiminin yenilgisinden sonra ABD öncülüğünde koalisyon tarafından yönetiliyor.

Başkenti: Bağdat

Önemli Kentler: Süleymaniye, Basra, Musul Kerkük, Necef, Hilla, Erbil, Umm-Kasr

Milli Gelir: 112.8 milyar $

Milli Gelirin Büyüme Oranı: % 9.8

Kişi Başına Milli Gelir: 4.000 $

Enflasyon Oranı: % 6.8

İş Gücü: 7.4 milyon

Temel Endüstriler: Petrol, kimyasal ürünler, tekstil, inşaat malzemeleri.

İhracat: 66.1 milyar $

İhracat Ürünleri: Ham petrol

İthalat: 43.5 milyar $

İthalat Ürünleri: Yiyecek, tıbbi malzeme, imalat ürünleri

Para Birimi: Irak Dinarı

Karayolları: 45.550 km

Demiryolları: 2.339 km

Coğrafi Konumu: Ortadoğu

Koordinatları: 32 00 Kuzey, 53 00 Doğu

Sınırları: Kuzeyde Azerbaycan (611 km), Ermenistan (35 km), Türkmenistan (992 km), doğuda Afganistan (936 km) ve Pakistan (909 km), güneyde Basra Körfezi, batıda Irak (1.458 km) ve Türkiye (499km).

Kıyı Şeridi: 2440 km (İran’ın Hazar Denizi’nde de kıyısı var 740 km)

Saat Dilimi: GMT + 3,5 saat

Yüzölçümü: 1.648.000 km2

İklimi: Kurak, yarı kurak. İran Körfezi boyunca astropikal.

Doğal Kaynakları: Petrol, doğal gaz, kömür, bakır, demir cevheri, kükürt, kurşun, manganez.

Çevre Sorunları: Hava kirliliği, ormanların yok olması, çölleşme, şehirleşme, endüstriyel atıklar yüzünden suların kir­lenmesi. İçme su kıtlığı.

En Yüksek Yeri: Kuh-e Damavand (5.671 m)

En Alçak Yeri: Basra Körfezi (-27 m)

Nüfusu: 66.4 milyon

Nüfus Artış Oranı: % 0.8       

Etnik Yapı: Acem % 51, Azeri % 24, Gilaki ve Mazandarani % 8, Kürt % 7, Arap % 3

Dini: İslam (%89 Şii Müslüman, % 10 Sünni Müslüman)

Dili: Farsça

Yönetim biçimi: Teokratik cumhuriyet

Başkent: Tahran

Önemli Kentler: Meşhed, İsfahan, Tebriz, Şiraz, Ahvaz, Kermanşah, Kum, Rizaiye, Rest Hamadan, Yezd, Hurremşehr.

Milli Gelir: 842 milyar $  

Milli Gelirin Büyüme Oranı: % 6.5

Kişi Başına Milli Gelir: 12 800$                                           

Enflasyon Oranı: % 28                                                         

İş Gücü: 24.3 milyon

Temel Endüstriler: Petrol petrokimya ürünleri, tekstil çimen­to ve diğer inşaat malzemeleri, gıda işleme (bitkisel yağ üretimi)

İhracat: 106.4 milyar $

İhracat Ürünleri: Petrol (% 85), halı, meyve, fındık, ceviz, kimyasal ürünler

İthalat: 67.9 milyar $

İthalat Ürünleri: Endüstriyel hammaddeler, gıda maddeleri ve diğer tüketici maddeleri, teknik servisler, askeri gereçler

Para Birimi: Riyal

Karayolları: 140.200 km

Demiryolları: 6130 km

 

                        

 

3-IRAK-İRAN SAVAŞI’NIN NEDENLERİ

İngiltere’nin Basra Körfezi’nde bıraktığı boşluğu doldurmak amacıyla, ABD’nin desteği ile İran’ın oluşturduğu askeri güç İran’da 1970’lerden itibaren as­keri harcamaların artmasına neden oldu. Askeri harcamalara verilen öncelik halkın sosyal ihtiyaçlarını destekleyecek bütçe olanaklarını eritti. Sosyal ve ekonomik ihtiyaçları karşılanmayan Iran halkı, Şah Rıza Pehlevi’nin aldığı reform tedbirlerine rağmen hoşnutsuzluğunu her ortamda göstermeye başladı, rejim karşıtı gösteriler kısa sürede halk hareketine döndü. ABD savaş endüstrisinin sağlamış olduğu modern ağır silah ve teçhizata rağmen, ordu geniş halk kitleleri karşısında sessiz kaldı. Şah ve rejimini korumak ile görevli Ordu’nun halkın yanında yer alması, Şah’ın İran’dan kaçışına ve Şah rejiminin yıkılmasına neden oldu. Şah’ın İran’dan kaçışını takip eden dönemde, Şii lider Humeyni İran’da halk hareketinin başına geçti ve Nisan 1979’da yapılan referandumla, İran İslam Cumhuriyeti kuruldu.[27]

Saddam Hüseyin, 1978 yılında Humeyni’nin İran’dan gönderilmesi hususunda Şah’a yardımcı olmuştu. Bundan dolayı da Humeyni Saddam’a karşı nefret duyuyordu.[28]

Bölgesel ve uluslararası konjöktür, bu ülkelere özel görevler dayatmaktadır. Dış ve iç faktörlerin etkisiyle farklı siyasi yapılara sahip olan Orta Doğu, bu farklılığa rağmen, olumlu-olumsuz bütün olaylardan eşit ve önemli derecede etkilenmektedir. ABD’nin bölgemizdeki en hassas müttefiklerinden olan Şah Rıza Pehlevi’nin iktidarını deviren İran İslam Devrimi, Ortadoğu’da yeni bir dönem başlatmıştır. Devrimin özelde Körfez ülkeleri ve genelde bu coğrafya üzerinde yaptığı etkilerin derinliği büyüktür. Lakin, İran’daki bu değişiklik Batı dünyasını, ABD ve İsrail’i oldukça tedirgin etmiştir. ABD, İran’da önemli bir askeri üssünü yitirmiş, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’da ciddi korkular yaşanmıştır. Irak’ın bu aşamada devreye sokulması ve İran’a karşı savaş hazırlıklarına girişmesi bu korku ve tedirginlikten dolayıdır. Bununla amaçlanan İran’daki köklü değişimi kontrol altına almak, bölgeye yayılmasını engellemek ve siyasi-ideolojik nüfuzuna sınır koymaktır.[29]      Humeyni yönetiminin kontrolüne geçen İran askeri gücü, yarattığı belirsizlik nedeniyle, bölge ülkeleri ve özellikle Irak için olduğu kadar, Basra Körfezi petrollerine yönelik tehdit olarak algılandı.[30]

 

Gazeteci Cengiz Çandar’ın İran Üçüncü Devlet Başkanı Seyyid Ali Hamanei ile yaptığı röportaj savaşın İran Devrimi’yle ilişkisini ortaya koymaktadır. Röportajda Hamanei’nin sözleri dikkat çekicidir: Irak devletinin bir İslam devletinin (İran) etkisi altına girebilip giremeyeceği durumunda… Biz, süper kuvvetlerin bölgeye müdahale ihtimalini asla inkar etmedik ve etmiyoruz. Devrimimizin zafer kazandığı ilk günden beri kendimizi Amerikalıların müdahalesine psikolojik olarak hazırladık.  O durumda da Irak’ta İslam Devrimi ihtimali mevcuttur. [31]

Özfatura’ya göre; 1970’li yılların başında İran Şahı ABD ve Batı’nın desteği ve aşırı bir silahlanma ile Ortadoğu’da ABD’nin jandarması idi. 1975 Cezayir Antlaşması’nda Şattülarap Su Yolu’nun taksimi İran lehine dönüşünce, Irak bu durumu içine sindiremedi. İran şahı nükleer silaha sahip olmaya teşebbüs edince, CIA Şah’ın devrilmesi için Humeyni’yi devreye soktu. Humeyni iktidara geldiğinde ABD’ye cephe alınca İran-Irak Savaşı çıkarıldı. ABD bu savaşta Irak’ı destekleyerek İran Devrimi’ne karşı Irak’ı kullandı.[32]

Siyasal bakımdan kendi yerini sağlam gören Saddam, ekonomik olarak da kendini oldukça güçlü hissediyordu. Zira savaşın başında yaklaşık 31-35 milyar dolar dolaylarında olduğu tahmin edilen döviz rezervinin yanı sıra, Suudi Arabistan’dan sonra bölgede ikinci büyük petrol üreti­cisi durumuna yükselmişti. 1970’lerin ikinci yarısında, bir ta­raftan petrolün ulusallaştırılması diğer taraftan OPEC’in fiyatları artırmasından dolayı Irak’ın 1973’te 2 milyar dolar olan yıllık petrol geliri 1980’de 26 milyar dolara ulaşmıştı. Saddam artan ekonomik ve siyasal gücüyle doğru orantılı olarak, uluslararası politikada da daha etkin bir rol üstlenmek ve bu doğrultuda hem Körfez’de hem de tüm Arap dünyasında lider konumuna yüksel­mek istiyordu. [33]

26 Eylül 1980 tarihli gazete haberi[34]

Yine Saddam İran’da bulunan Şii Kuzistan Araplarının özerkliğe kavuşturulmasını istiyor ve bu Arap nüfusunun bölgedeki etkinliğinin artması ile birlikte petrol kaynaklarını kontrol ederek bölgedeki egemen güç olmak istiyordu, İran’ında böyle bir savaşta güçsüz olacağını ve fazla direnemeyeceğini düşünüyordu.[35]

 

Ancak İran’da 1979’da Şah’ın devrilmesi ve yerine geçen Humeyni’nin Şii rejimi, Irak’ın hem dış güvenliği hem de iç gü­venliği açısından tehditler içermekte ve Saddam’ın emelleri önünde önemli bir engel teşkil etmekteydi. Çünkü İran’daki Şii ideolojisine dayanan devrimci rejimin, Baas ideolojisine alternatif bir ideoloji olarak ortaya çıkmış olması ve bunun bölge devletlerinde yayılması Saddam’ın konumunu ciddi şekilde sarsabileceği gibi, bu rejimin Irak’taki Şii toplumları tarafından benimsenmesi Baas rejimi için kuşkusuz önemli bir tehlikeydi. Devrimin, yüzde 90’ı Şii olan bir ülkede gerçekleşmesi bölgede bulunan siyasal ve ekonomik bakımdan geri kalmış toplumları harekete geçirmişti.[36] Irak­lı Şii muhalefet liderleri, ilk günden itibaren İran devrimini desteklediklerini açıkla­dılar.[37] Bu doğrultuda İran’daki devrim­den bir süre sonra Irak’taki Şiiler arasında da kıpırdanmalar baş­lamış, Necef, Kerbela ve Bağdat’ta(Şiiler açısından kutsal kentler) 1979 Şubatında ve 1980 ba­şında yer yer olaylar çıkmıştı. Dolayısıyla Saddam, Humeyni’yi ve onun devrimci ideolojisini kendi açısından bir tehlike olmaktan çıkarmak istiyordu.[38]

 

Tarık Aziz’e göre Irak’ın bu savaştan amaçlamakta olduğu nesne, ilk önce kendini savunmak, ikincisi, kendi haklarını geri döndürmek, üçüncüsü de savaş alanında kendisinin İran’dan daha güçlü olduğunu ve onu yenilgiye uğratabileceğini ispatlamaktır...[39]

4-SAVAŞ BAŞLIYOR

Irak ile İran arasında savaş, 22 Eylül 1980’de Irak Hava Kuvvetleri’nin baskın şeklinde İran’a hücum etmesiyle başladı ve arkasından Irak Kara Kuvvetleri’nin İran topraklarına girip ilerlemeye başlamasıyla gelişti, bu arada da Basra Körfezi’ne yayıldı. [40] 60.000 Irak askeri İran sınırını geçerek, kara sa­vaşını başlatmıştır.[41] Irak ordusunun 300 millik bir cephe boyunca İran’a karşı harekete geçmiş,[42] ancak, bir süre sonra İran’ın toparlanması üzerine savaşta denge sağlandı.[43]

Savaş için popülist bir söylem gelişiyordu: Devlet Başkanı Saddam, Bağdat basını tarafından Selahaddin’le karşılaştırı­larak, İran’la savaşı da, 633 yılında Müslüman savaşçıların İranlı Sasanileri yendiği Kadisiye Savaşı’na benzetiliyor­du. Tahran’da ise Ayetullah Humeyni’nin sözcüsü, “şeyta­ni” bir saldırıyı bildiriyordu.[44]

Irak’ın yıldırım savaşı ve kolay zafer beklentileri, zaman­la bezdirici bir uğraşa dönüştü, Saddam Haziran 1982’de, birkaç yenilginin ardından, kendi sınırlarına çekilmek ve savunmaya yönelik strateji ve taklitleri benimsemek zorunda kaldı. Bu aşamada kendisini çatışmanın dışına çekmek için can atıyordu, an­cak Tahran’ın mollaları onun yakasını bu kadar kolay bırakma­yacaktı.[45]

                  

 

                Körfez ülkelerinin askeri harcamaları 1970-1992 (milyar dolar)[46]

ÜLKELER/YIL

1970

1975

1980

1985

1990

İran

2.7

18.7

6.7

18.4

11.4

Irak

1.1

3.7

3.9

12.1

10.6

Suudi Arabistan

1.4

10.8

30.7

20.4

14.3

 

5-SAVAŞIN GİDİŞATI

Dünyanın en zengin petrol yataklarının ve üretim kapasitesi­nin bulunduğu bölgede meydana gelen bu savaş ile savaşın Basra Körfezi’nde yapılan petrol dış satımını engellemeye başlaması, Batılı büyük devletle­rin de çıkarlarını korumak üzere harekete geçmesine neden oldu. Nitekim başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, Fransa, İngiltere ve bazı Av­rupa devletleri Basra Körfezi’ne savaş gemileri gönderdiler.[47]

22 Eylül 1980 tarihinde Irak birliklerinin İran’ın batı bölgesini işgal etmesi ile başlayan savaşın başlarında Irak başarı elde etmişse de İran kısa zamanda toparlanarak karşı saldırı başlatmıştır. [48]

İlk planda Irak birlik­leri, Iran topraklarında hızla ilerlerken, savaşın daha ikinci gü­nünde önemli bir direnişle karşılaşmadan hayati merkezler işgal edilmiş ve Kuzistan eyaletinin merkezi durumundaki Ahvaz ken­tine 25 km yaklaşılmıştı. Bu arada Irak saldırılarını daha çok İran­’ın önemli ihracat merkezlerinden biri olan Harg adasının da içinde bulunduğu stratejik bölgelere yapıyordu.[49]

 

25 Eylül 1980 tarihli bir gazete haberi[50]

 

Savaşın ilk dört ayı karşılıklı topçu ateşi ile geçerken İran tarafı büyük ölçüde toparlanmış ve Irak’a ağır kayıplar verdiri­yordu. Savaşın başlangıcından beri İran’ın en büyük taarruzu olan 27 Eylül 1981’de düzenlenen “Ümmetin Kurtuluşu” operas­yonu ile 150 km2lik İran toprağı geri alınırken, 1800 dolaylarında da Irak askeri esir alınmıştı. Bunu aynı yıl “Kudüs Yolu” ve “Şafak Serisi” taarruzları izledi. Nihayet “Kerbela” ve “Fetih Serisi” taarruzlarıyla kaybedilen İran toprakları geri alınırken bir taraftan da Irak artık geri çekilmeye zorlanmıştı.[51]

27 Eylül 1980 tarihli gazete haberi[52]

 

1981 Nisan’ında savaş yeniden yoğunlaştı. 1982 Mayıs’ında İranlıların büyük kuv­vetlerle yaptıkları saldırılar karşısında, Irak kuvvetleri savaşın başından beri elde et­tikleri bütün toprakları terk ederek savaştan önceki sınırlara döndüler.[53] 1982 Mayısında Irak’ın İran’daki birlikleri ile irtibatı kesilmiş bulunuyordu. Irak birliklerini püskürten İran, Basra’ya doğru harekete geçmeye başla­mıştı.[54]

 

İran’ın Irak’a göre kalabalık bir nüfusa sahip ol­ması, pilotlarının niteliğinin daha üstün olması, askeri teçhizat bakımından Şah zamanından kalma sağlam bir yapısının olması ve askerlerin Humeyni’ye fanatik bir şekilde bağlılığı Irak’ın dur­durulmasında ve savaşın yönünün değişmesinde etkili olmuş­tur.[55]

Saddam Hüseyin tarafından “yıldırım savaşı” olarak planlanan savaş, sert İran direnişi karşısında yıpratıcı bir siper savaşına dönüşmüştür. Irak’ın kaynaklarının 1982 yılında tükenmesi üzerine, bölgedeki Amerikan yanlısı muhafazakar Arap ülkeleri Irak’ı desteklemeye başlamışlardır. Irak, ölçülü bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği tarafından da desteklen­meye başlanmıştır.[56]

Irak 1983 Ocağında Fransa’ya başvurarak 28 Mirage uçağı sipa­riş verirken Süperetandartların alımı için de Körfez ülkelerinden kredi açmalarını istedi. Irak’ta Fransa’dan aldığı Süperetandart ve Mirageların devreye girmesiyle 1984 yılı İran-lrak Savaşı’nın en önemli olaylarının geçtiği bir yıl oluyordu. Çünkü bu yıldan itibaren Körfez’de tankerlere saldırılar düzenlenecek ve[57] 1984 yılında Irak Fransa’dan getirttiği Süperetandart ve Mirage’leri devreye sokunca savaşın seyri de değişmeye başlayacaktı. Bu tarihten itibaren bölgede kimyasal silahlar da kullanılmaya başlandı. [58]

 

Ağustos 1983’te ABD üç yıl içindeki in­san kaybının 175.000 ile 500.000 arasında olduğunu tah­min ediyordu; bu Birinci Dünya Savaşı’nı çağrıştıran ra­hatsız edici bir bilançoydu.[59]

1984 senesinde Dışişleri Ba­kanı Tarık Aziz’in Kahire’de ABD’li yetkililerle Bağdat-İsrail yakınlaşmasının temelini atmasından sonra birkaç ay arayla Bağdat’taki Saddam Havaalanı’na iki uçak indi. İlki üç gün süren bu iki ziyaret sonucu iki ülke arasında istihbarat alanında işbirliği karara bağlandı. İşbirliğinin öngörülen hedefi ortak bir düşman, İran’dı. Bu işbirliği sonucu İran-Irak Savaşı’nın kaderi değişirken, 1985 yılında Bağdat, İsrail’den askeri malzeme de ithal ediyordu.[60]

1986 yılında İran birlikleri Fao Yarımada’sını ele geçirdi. 1987 yılına gelindiğinde gerginliğin biraz azaldığı görülüyordu ancak Saddam SSCB’den aldığı füzeler ile Tahran’ı vurmaya devam ediyor, ayrıca Fransa ve İngiltere’den aldığı kimyasal silahları da kullanıyordu. [61]

 

 

23 Eylül 1980 tarihli Sami Kohen imzalı yazı savaşın seyriyle ilgili öyle bilgiler veriyordu.

ABD emperyalizmi Irak’a İran’ı bitirecek kadar olmasa bile, en azından teslim olmasını sağlayacak kadar yardım etmeye koyul­du, İran’ın petrol tesislerinin koordinat verilerini iletti. İran’ın açık denizdeki petrol tesislerini bombalayıp yok etti. Nisan 1988’de, ABD donanması yeniden İran petrol tesislerine saldır­dı, İran donanmasının yarısını batırdı. ABD donanmasının saldı­rılarının ve uydu istihbaratı desteğini alan Irak ise, cephe bo­yunca İran kuvvetlerini geri çekilmeye zorlayan ve birkaç İran kasabasını istila etmesine yarayan saldırılar düzenleyebildi. Ay­rıca Tahran ve başka İran kentlerine yıldırım saldırıları düzenle­di.[62]

Her iki tarafında petrol kaynaklarında ağır tahribatlar meydana geldi.[63] Bilindiği gibi İran Irak’la barış yapmak için Saddam Hüseyin yönetiminin değiştirilmesini talep etmekte, bu ise “kayıtsız şartsız teslim” anlamına gelmektedir. Oysa askeri uzmanların kanaatine göre İran Irak’ı kayıtsız şartsız teslime zorlamak kapasitesine sa­hip değildir. Bu sebeple, İran bu talebini değiştirmediği takdirde, İran-Irak savaşının, her iki tarafı tahrip ederek, devam ede­ceği anlaşılmaktadır.[64]

 

Tarık Aziz’e göre:

İran’ın askeri olanakları, Şah zamanında İran ordusuyla ilgili söylentilere göre, onun dünyada beşinci güç olduğunu ve dünya gazetelerinin, Şah’ın Amerika ile ve diğer Batı ülkeleri ile ve Sovyetler Birliğiyle bile imzaladığı büyük silah anlaşmaları ile ilişkin yayınladığı çekici haberleri de unutmamışız. Doğrudur ki, İran’ın askeri, gücü, Irak’la savaşın başlamasında askeri kadroların, uzmanların ve teknikçilerin bulunmaları ve kimi düğümlü silahların elverişi bakımından Şah zamanında olduğundan daha az idi... Ama İran, Şah gittikten sonra askeri bakımdan bitme­mişti... O, bu bölgede çok önemli bir askeri güç kalmış­tır... İran’ın tüm askeri gücünü de yok etmek kolay de­ğil. Ve bu arada önemli olan nesne şudur ki, İran’ı açık bir biçimde askeri yenilgiye uğratan Irak, en sonunda İran’ın tüm askeri gücünü yok edecek bir yöntemle sava­şı sürdürmek için kendi askeri gücüne zarar vermeye hazır değil.[65]

 

Savaşın gidişatı İran’ın siyasi ve sosyal yapısını da etkiler. Örneğin; Irak’ın giriştiği askeri harekata paralel olarak, Irak’ın destek ve teşviki ile, İran’da bulunan Arap ve Kürtlerin yönetim karşıtı hareketleri başlar. İran’da Kürt ve Arap­ların başlattığı ayrılıkçı hareketler, Tahran yönetimini, bu topluluklara karşı şiddet uygulamaya sevk eder. Irak’ın başlattığı savaş ve içte yaşanan ayrılıkçı hareketler, Ayetullah Humeyni iktidarını her türlü muhalefet karşısındaki tutumunu sertleştir­mek için gerekçe olarak kullanılır, iktidar aynı zamanda toplum üzerinde yarattığı baskı ile toplumun tüm kesimlerini İslami ilkelere kesinlikle uymaya zorlar. Irak ile savaş, İran’da muhalefetin etkisizleştirilmesine ve baskı uygulamalarına gerekçe olur.[66]

 

Yedi yılını tamamlayarak geride bırakan İran-Irak Savaşı’nın her iki ülke üzerindeki büyüyen etkileri göze çarpmakta ve fakat bu savaşın kimin tarafından kazanılacağı veya daha doğru bir de­yim ile bir galibinin olup olmayacağı sorusuna henüz bir cevap verilememektedir…Irak’ın, İran’a satılan Amerikan silahlarına rağ­men Körfez Savaşı’ndaki dengeyi İran’a kaptırdığı söylenemez. Bilakis Irak’ın uçak ve zırhlı bakımından İran üzerinde 5-1 üs­tünlüğünü sürdürdüğü ve son on ayda silahlı kuvvetlerini 200 bin kişi artırarak, 900 bine çıkardığı haber verilmektedir. İran’ın 1986 yılı başında Körfez’de ele geçirdiği Fao şehri son askeri zaferi olmuş, gözlemcilerin tahmin ettikleri “yaz saldırısı” ve “sonbahar saldırısı” gerçekleşmemiştir. Son zamanlarda bu defa “kış saldırısı”ndan bahsedilmekte ve fakat İran’ın hedefi olan “mutlak zafer”i kazanmasının imkansıza yakın zor olduğu tahmin edilmektedir. Yedi yıl zarfında Iraklıların en az 100 bin, İran’ın ise 250 bin kişi kaybettikleri ve bu süre zarfında askerlik çağındaki İranlılardan en az 500 bin kişinin ülkeden kaçtıkları bildirilmektedir.[67] Beklenenden çok daha güçlü çıkan İran direnişi önünde Irak ordusunun daha fazla ilerleyememesi sonucu Irak-İran savaşı, her iki tarafın da kesin üstünlük sağlayamadığı bir tür yıpratma savaşı ola­rak sürmüştür.[68]

BM Güvenlik Konseyi 20 Temmuz 1987’de 598 sayılı ateşkes kararını almış, Irak kararı benimserken İran red­detmişti. Ancak 18 Temmuz l988’da İran, 8 yıl süren sava­şın getirdiği ağır ekonomik maliyet ve azalan araç gereçten dolayı 598 sayılı kararı kabul ettiğini açıkladı. Böylece 8 yıl süren savaş da bitmiş oluyordu.[69]

6-DİĞER DEVLETLERİN TUTUMU

İran-Irak Savaşı’nda, Suriye ve Libya İran’ı, başta Suudi Arabistan ile Kuveyt olmak üzere diğer Arap devletleri Irak’ı desteklediler. [70] Ürdün de Irak’ı desteklemiştir.[71]

İran’ın Irak birliklerini püskürterek ilerlemesinden sonra Suudi Arabistan, Körfez İşbirliği Konseyi’nin devre­ye girmesini ve savaşın durdurulmasını istiyordu. İran’ın toprak bütünlüğünden yanaydı. Bütün körfez ülkeleri ise Irak’ın kimyasal silah kullanmasına ses çıkarmazken, İran’ın petrol tankerlerine ateş açmasını saldırganlık olarak niteleyerek İran üzerinde baskı kurmaya çalıştılar.[72]

Amerika Birleşik Devletleri, savaşın başlarından itibaren tarafsız kal­mayı ve İran ile Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasını esas alan bir tutum içinde bulundu. Bunun yanında, Sovyetler Birliği’nin Hürmüz Boğazı’nda etki sahibi olmasını önlemeye ve Basra Körfezi’nin ulaşıma ve deniz trafi­ğine açık kalmasına çalıştı, bu amaçla Körfez’de fiili bir kontrol kurdu. Sa­vaşın sonlarına doğru da, Irak’tan yana tavır takınmamakla birlikte, İran’a karşı bir tutum içine girdi. [73]Amerika Birleşik Devletleri 1982 yılı başlarında Irak’ı terörizmi des­tekleyen ülkeler listesinden çıkarmış ve 1.6 milyar dolar kredi vermiştir. Yine Amerika Birleşik Devletleri tarafından Irak’a Bağdat-Akabe petrol boru hattının yapımında mali ve teknik destek sağlanmıştır.[74]

Ayrıca ABD-Irak yakınlaşmasının sağlanmasında şu olay etkili olmuştur:

İran-Irak arasında çatışmalar devam ederken, ABD Tahran’da İran’ın elinde bulunan rehineleri kurtarma gayretlerini sürdürmekteydi. Cezayir’in arabuluculuğu ile Ocak 1981’de gerçekleştirilen, Iran-ABD görüşmeleri sonuç vermişti: Humeyni yönetimi, Tahran’da bulunan 52 ABD rehinesi, 444 gün süren tutukluluktan sonra serbest bırakmayı kabul etmişti. 16 Şubat 1981’de, ABD Dışişleri Bakanı Alexander M. Haig’in, Ortadoğu ve Uzak Doğu ülkelerinde bulunan diplomatik temsilciliklerine gönderdiği mesajda; “ İran-Irak harbi ile ilişkili olarak ABD’nin, 1981’den önce kabul ettiği, taraflar arasındaki ihtilafın derinleşmesini önlemek amacıyla tarafsız kalmak, savaşı sona erdirmek ve bölgede istikrarı sağlamak politikasında bir değişiklik olmadığını” bildir­mesine rağmen İran’da yaşanan gelişmeler karşısında, bölgedeki çıkarlarını koru­mak amacıyla, Irak ile ilişkileri iyileştirmek için girişimde bulunur.[75]

 

 

1985’te bütün dünyayı sarsan bir olay meydana geldi. ABD İran’a gizlice silah satmıştı. İrangate olarak adlandırılan skandala ABD’den savaşın onurlu bir şekilde bitirilmesi amacıyla yapıldığına dair açıklama geldi.[76] Gizli diplomasinin ve İran’a silah satılmasının amaçlarını açıklayan Reagan, bunun, Şah’tan sonra İran’la bozulan ilişkileri yeniden iyileştirmek ve altı aydır sürüp giden savaşın onurlu bir şekilde son bulmasını sağlamak amacıyla yapıldığını belirti­yordu.[77] İki can düşmanı olarak bilinen ABD’nin İran’a, Lübnan’da­ki Amerikalı rehineleri kurtarmak için İsrail aracılığı ile özellik­le Şah zamanında ABD’den satın aldığı ve fakat yedek parça nok­sanı yüzünden uçmayan savaş uçakları için yedek parçadan baş­layarak, bir takım malzeme ve silah sağladığı haberi, ABD’de ve dünya kamuoyunda büyük ilgi ve tepki ile karşılanmıştır. Başta böyle bir ilişkiyi reddeden Amerikan yönetimi, daha sonra bunu re­hineleri kurtarmak için değil ve fakat ABD-İran ilişkilerine önem verdiği için yaptığını ima etmeye başlamıştır. İsrail’in bu işteki aracılığının sebebi açıktır: İsrail aleyhtarı olmasına rağmen Humeyni rejimi, Ortadoğu’da Arap olmayan bir ülkeyi temsil etmek­te ve Irak’la savaşta bulunan ve diğer Arap ülkelerini tehdit eden bu ülkeye yardım etmek İsrail’in uzun vadeli planlarına uygun düşmektedir.[78]

 

Henry Kissinger, 18 Temmuz 1988 tarihli Newsweek’te ABD’nin pozisyonuma şu şekilde açıklık getirmiştir: “Amerika’nın Körfez’le ilgili üç hedefi var: Birincisi, seyrüsefer özgürlüğünü garanti altına almaktır. Dünyadaki petrol rezervlerinin en azından üçte ikisi, Körfez’deki ülkelerde bulunuyor.(...) İkincisi, bölgede Sovyetlerin egemen olma­sına engel olmaktır. (...) Üçüncüsü, dost devletlerin toprak bü­tünlüğünün korunması ve ilerlemelerinin teşvik edilmesidir.[79]

 

Sovyetler Birliği, İran-Irak Savaşı’nda belli bir rol oynayarak Basra Körfezi’nde etki kazanmaya çalıştı. Afganistan sorunu nedeniyle İran’a yak­laştı. Bu ise, daha önceki tarihlerde belli bir düzeyde bulunan Sovyet-Irak ilişkilerini olumsuz yönde etkiledi.[80] Sovyet Orta Asyası’nda yaşayan milyonlarca Müslüman üzerinde Humeyni’nin artan karizması dikkate alındığında, İslam devriminin bölgede yayılması Moskova’nın çıkarlarına ters düşmekteydi.[81]

 

İsrail ise Saddam’ı İran’a karşı destekledi. Saddam ve onun liderliğini yürüttüğü Irak Baas Partisi, aslında daha önce de İsrail’in siyasi hesaplarına fazla ters düşmüyordu. Bağdat, İsrail’in en büyük düşmanı sayılan Mısır’la olan rekabeti nedeniyle, Yahudi Devleti tarafından bir denge unsuru olarak görülüyordu. 1979’da Mısır, İsrail ile barış yaptı ama bu kez dengelenmesi gereken daha büyük bir tehdit Tahran’da ortaya çıktı. Bağdat’ın patronu olan Sad­dam giderek Tahran’a karşı kullanılabilecek bir “kart” ola­rak şekillenmeye başlıyordu.[82]

Suriye, savaş sırasında İran’ı destekleyen devletlerin başında gelmekteydi, iki devlet arasındaki bu yakın­lıkta Humeyni ve Hafız Esad’ın Saddam’a karşı duydukları nefre­tin etkisi oldukça büyüktür, Ayrıca Suriye, Lübnan’la ilgili politi­kasında Humeyni’den destek sözü almıştı. Bunun dışında Irak ve Suriye Baas Partileri arasındaki mücadele ve bu iki ülke arasındaki sorunlar Suriye’nin savaşta İran’ı desteklemesine neden ol­muştur.[83]

 

Avrupa ülkeleri ise, savaş karşısında tarafsız kalmayı esas aldılar. Bu­nunla birlikte, İran’daki yeni rejimin tutum ve davranışlarından dolayı Irak’a daha yakın göründüler. Türkiye de, savaş sırasında tam tarafsızlık politikası güttü.[84] Buna “aktif tarafsızlık” politikası da denebilir. İslam Konferansı ise daha ilk günden itibaren aracılık için harekete geçti ve bir “Ara­cılık Komitesi” teşkil etti. Neredeyse hiçbir savaşta bu kadar çok arabuluculuk yapılmadı.[85] Harp esnasında Türkiye’nin her iki komşusuna da adil bir yaklaşım içinde bulunması dolayısıyla Türkiye’nin bu ülkelerle olan ticaret hacmi milyarlarca dolara yükselmiştir.[86]

 

Ayrıca Irak’ın kuzeyinde bulunan Musul, Kerkük ve Süleymaniye gibi şehirlerde yoğun olarak yaşayan Kürtler İran-Irak Savaşı’nda İran’ı desteklemişlerdir.[87]

Zamanın iki büyük gücü ABD İle Sovyet Rusya, Humeyni rejimi­nin gözünde iki “Büyük Şeytan” idi. Ayrıca, Sovyetlerin 1972 Antlaşması ile Irak’a istediği her türlü silahı vermesi, İran’ın ABD temsilciliklerine karşı girişilen terörist hareketleri desteklemesi sebebiyle hem Sovyetler ve hem de ABD, İran’a pek sempati ile bakmadılar. ABD’nin o günlerdeki en büyük sıkıntısı halen Afganistan’ı işgal altında tutan Sovyetlerin, Hürmüz Boğazı’na inerek bölgeyi kontrol altında alma ihtimali idi. Bunu önleme için de Körfez ülkeleri ile Körfez İşbirliği Konseyi’ni kurdu. ABD ve Sovyet Rusya’dan destek alamayan İran, Çin’den ihtiyaç duydu­ğu silah ve mühimmatı temin etmiştir.[88]

 

Tarafların kaynaklarıyla ilgili Harun Bodur şöyle bir değerlendirme yapmaktadır:

 

Irak savaş boyunca Fransa, İtalya, İspanya ve bazı Batılı ülkelerden ve Mısır’dan silah yardımı aldı. İran’ın en önemli silah kaynakları ise Libya, Suriye ve Kuzey Ko­re idi. Çin, Tayvan, Arjantin, Güney Amerika, Pakistan ve İsviçre de İran’a çeşitli ye­dek parça ve mühimmat sattılar. Irak, kimyasal silahların malzeme ve tekniğini Almanya’dan, Mirage uçaklarını da Fransa’dan aldı. Sovyetler Birliği, Afganistan’ın işgaliyle meşgul bulunduğundan bu savaşta fazla bir etkinlik gösteremedi. ABD ve AT ülkeleri, İslam radikalizminden korktuklarından, enerji kaynaklarının İran’ın kontrolüne geçmesine engel olmak için Irak’ın başarısını desteklediler. Başta ABD ve AT ülkeleri Türkiye’ye başvurarak, İran’a karşı uygulanan ambargoya destek istediler.[89]

 

İran’daki dini rejimden hoşlanmadıkları için Avrupa Birliği’ne ait ülkeler daha çok Irak’a sempatiyle bakmışlardır. Fakat her iki tarafa da silah satmaktan çekinmemişlerdir.[90]

 

 

Irak Bakanı Tarık Aziz savaşın kimlerin çıkarına geliştiğiyle ilgili şu bilgileri vermektedir:

 

Bu savaşın arkasında duran kim idi? Onun başlamasını kim isteklendirdi ve kimin çıkarına göre patlak verdi? Kimi Arap ve uluslararası çevreler, Irak’ı İran Devrimi’ni düşürmek ve onu Amerikan planlarına bağlamak amacıyla, Amerikan emperyalizmi “yerine” bu savaşa kalkmakla suçlamaktadırlar. Biz bu suçlamayı uzunca tartışamayız. Çünkü o kadar değersizdir ki, tartışmaya değmez.[…]

Bazılarına göre bu savaş Amerikan emperyalizminin isteklendirilmesiyle “teşvik” yapılmıştır, nedeni de Amerika’nın yeniden İran’a hakim olması ve petrol ile zengin olan Arap Körfezi Bölgesi üzerine nüfuzunun yayılması için kendisine uygun ortamların temin edil­mesi idi. Bu söz çok güzeldir. Ve çok da doğrudur. Ancak bu sözün sahipleri, bu isteklendirmenin (teşvikin) nasıl ve nerede yapıldığını söylememektedirler. […]

Amerikan emperyalizminin Irak ile İran arasındaki savaşı isteklendirmek hikayesi elbette açıklanmalıdır. Bu isteklendirme Bağdat’ta mı yapıldı, yoksa Tahran’da ya da her ikisinde mi? Kimi çevrelerin doğrudan doğruya ya da doğru­dan doğruya olmayan bir biçimde başkalarını aldatmak istedikleri gibi bu isteklendirmenin Bağdat’ta yapıldığı olasılığını tartışalım.

Amerika gibi bir devlet, Irak gibi bir başka devletin savaş gibi tehlikeli eyleme girmesini isteklendirmekte başarı kazanmak için elbette eski bağlara ve nesnel kurallara dayanmalıdır. Ama bilindiği gibi Irak ile Amerika Birleşik Devletleri arasında çoktan beri diplo­matik ilişkiler bile yoktur. Geçen yıllar boyunca iki taraf arasındaki ilişkiler kötü ve gergin durumdaydı. Bundan beş yıl öncesine değin Amerika, Irak’taki düzene karşı iç bir ayaklanmayı belli bir biçimde teşvik etmekteydi […] Irak’ta komuta, yüz ölçümünde ve nüfus sayısında, Irak’tan üç kat daha fazla büyük olan ve Sovyetler Bir­liği gibi büyük bir devletin sınırına düşen ve İslam olduğunu iddia eden bir Devrim bayrağını taşıyan bir devletle savaşa girecek bir aptallıkta değil, onların iddialarına göre Irak’ta Komuta İran’la savaşa giriş­mişti. Çünkü İran’la savaşı süsleyen Amerikan haber alma ajansının raporunu öğrenmiş ya da Humeyni düzenine muhalif gelen siyasal kişilerden veya subay­lardan biri kendisine yanlış bilgiler vermiş ya da bölge devletleri arasında Amerika’nın dostu olan bir devlet kendisine bu gibi bilgileri sunmuştur... Bu olasılık doğru olabilirdi ki eğer Irak’ta bir devlet, bir önder ve yetenek­li kurumlar olmasaydı […] Fakat Ameri­ka, İran’da her bir alanda hazırdır, orduda, kültürde, ekonomide ve kişisel ilişkilerde hep hazırdır...[91]

 

Aslında savaş sürdüğü sürece ABD ve İsrail iki taraftan birinin kesin zafer kazanmasını önlemeyi amaçladılar.[92]

7-SAVAŞIN SONUNA DOĞRU

Gerek Sovyetler gerekse ABD İran’ın ideolojik yayılmasını durduracak bir fırsat peşindeydiler. Bu fırsatı İran, dış politika hedefleriyle düşmanlarına kendi hazırlamıştı. Devrim’i Irak’a ihraç etme arzusu İran’ı savaşın eşiğine getirmişti. Irak, İran’ın neden olduğu iç karışıklıklar, Sovyetlerin ve ABD’nin desteğiyle 22 Eylül 1980 tarihinde İran-Irak sınırındaki bir bölgeyi işgal ederek savaşı başlatmıştı. Sekiz yıl süren yıkım sonunda iki taraf da bir sonuç elde edemeyince Birleşmiş Milletler eşliğinde barışı kabul etti. Savaş sonrasında Irak gerek Sovyetler gerekse ABD tarafından silahlandırılmıştı. Bir milyondan fazla kayba rağmen Irak ordusu Körfez’in en büyük ordusuna sahipti. Uzun menzilli füzeleri ile İsrail’i bile tehdit edebilirdi. Bu güçlü ordu ise tamamen yardımlar ve borçlar sayesinde oluşturulmuştu. Savaş sonrasında borçların kapatılması sorunu ortaya çıkmıştı. Borçlanılan ülkelerin ani talepleri Irak’ı tam bir darboğaza sürüklemişti. Bundan kurtulmanın tek bir yolu kalmıştı: Kuveyt’in işgal edilmesi.[93]

Savaş ile ilgili bir ilginç ayrıntı ise, Irak ordusunun savaşa sayılı günler kaldığı sırada Zaho’yu Duhok’a bağlayan köprü ve yolla­ra ağır hasar vererek, Türk birliklerinin Kerkük ve Musul’a muhtemel bir yürüyüşünü engellemek istemesi. İran ile savaşa tutuşana kadar Türkiye’yi hedef kabul eden Bağdat’ın, savaş sırasında cepheyi Türki­ye’ye doğru genişletmek yerine bölgedeki tümenlerini hızla güneye çekerek, Türkiye’ye karşı savunmada kalmayı yeğlemesi kuşkusuz belli bir taktiğin parçasıdır.[94]

Irak-İran harbini durdur­mak için Türkiye başta olmak üzere pek çok ülke arabuluculuk yaptı ise de başarılı olamadı.[95]

20 Temmuz 1987’de ise BM Güvenlik Konseyi oybirliğiyle 598 sayılı ateşkes kararını kabul etti. Karar Irak tarafından benimsenirken İran tarafından reddedilmiştir. 1988 yılına gelindiğinde gerginlik bir ölçüde azalmış olmakta beraber Irak, Sovyetler Birliği’nden aldığı füzelerle Tahran’ı füze yağmuruyla çökertmek istiyor, bir taraftan da sınırda Fransa ve İngiltere’den aldığı kimyasal silahları kullanıyordu. Söz konusu kimyasal silahların kullanılması en geniş çapta Halepçe’de olmuş ve 5000 Kürt’ün öldüğü bu olay tarihe Halepçe Katliamı olarak geçmiştir. Diğer taraftan Irak’ın Iran petrolü taşıyan tan­kerlere saldırması bir Kuveyt hava yollarına ait uçağın İran’a kaçırılması ayrıca bir Amerikan muhribinin mayına çarparak yara almasına misilleme olarak ABD’nin İran’a alt iki petrol platformunu vurması, 1988’in önemli olaylarıdır. Yine bu yıl içinde Irak, yaklaşık iki yıldır İran’ın elinde bulunan Faw yarımadasını ve Mecnun adalarını geri aldı. Nitekim 1988 yılı içinde Amerikan donanmasına ait Vincennes Kruvazörü’nün İran’a ait bir yolcu uçağını düşürerek 290 sivilin ölümüne neden olması dünya kamuoyunu Halepçe Katliamı kadar meşgul etmiştir. 3 Temmuz 1988de meydana gelen olay sırasında, Amerikalı yetkililer kendilerini radarın ya­nılttığını ve düşürülen İran uçağının askeri uçak olduğunu bildiren sinyaller gönderdiğini ileri sürerken İran saldırıyı bir katliam olarak niteleyerek BM Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırdı.[96]

 

1988’e gelindiğinde İran artık silah veya yedek parça alamayacak duruma gelmişti. Irak, İran’a ve (Irak vatandaşı olan) Kürt müttefiklerine karşı hardal gazı ve başka kimyasal silahlar kullanıyordu. Bir ABD savaş gemisi, bir İran yolcu uçağını vurduğunda, tuhaf biçimde protestocuların sesinin çıkmaması, İran’a, dünya üzerinde pek az dostu kaldığını göster­di.[97]

Sonuçta İran-Irak Savaşı, sekiz yıl sürdü ve taraflar birbirlerine karşı üstünlük sağlayamadılar.[98] Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin yürüt­tüğü arabuluculuk girişimleri sonucunda[99] ateşkes çağrısını 17 Temmuz 1988’de Irak’ın, bir gün sonra da İran’ın kabul etmesiyle, iki ülke arasındaki savaş 20 Ağustos 1988’de sona erdi.[100]

 

 

8-IRAK-İRAN SAVAŞI’NIN SONUÇLARI

İran ve Irak sekiz yıl savaşırlar, karşılıklı olarak yıpratma savaşı olarak icra edilen askeri harekat birbirine düşman bu iki devlette, 1 milyondan fazla personel kaybına ve en azından 150 milyar dolara mal olmuştur. İran-Irak harbi, her iki taraf için de bir trajedi olmuş, yüz binlerce ölüm ve çok miktarda malzemenin tahribi ve imhası ile sonuçlanmıştır.[101]

 

Irak, daha savaşın başında üstelik birinci yılı dolmadan birçok noktada hayal kırıklığına uğramıştı; İran’daki siyasal kar­gaşa sona erip istikrar sağlandığı gibi Humeyni’nin Devrim Mu­hafızları özellikle Kuzistan bölgesinin savunulmasında oldukça büyük başarı göstermişlerdi. Ayrıca Saddam’ın beklentisinin ter­sine Kuzistan bölgesinde bulunan etnik olarak çoğunluğu Arap olmakla beraber Şii mezhebine bağlı olan halk, savaşın başında Irak’a beklediği desteği vermemişti. Daha 1979’un başında önemli ölçüde desteğini yitirmiş ve büyük bir muhalefetle karşı karşıya olan Humeyni rejimi ise, Irak’ın saldırısından kısa bir süre sonra hızla toparlanmış ve içerde siyasal istikrar büyük ölçüde sağlanmıştı.[102]

 

Irak-İran Savaşı’nda yüzlerce milyar borç altına giren Saddam Hüseyin, borcunu kapatmak için hızla petrol pompalama­ya başladı. Fakat Birleşik Arap Emirlikleri’nin yanı sıra Kuveyt de, Batılı ülkelerin baskısıyla petrol pompalayarak fiyatları hız­la düşürmeye başladılar. Irak, Kuveyt’e fiyatları düşürmemesi yönünde ültimatom verdi. Olumlu cevap alamayan Irak, Kuveyt’in Rumaylah bölgesinden kendi petrolünü çektiğini öne sürdü. Bu gerginlik I. Körfez Savaşı’na yol açtı.[103] Bir anlamda Irak yönetimi 8 yıl süren İran-Irak Savaşı sırasında Kuveyt yönetiminin Irak’ın aleyhine olacak şekilde kuzeye doğru topraklarını genişlettiğini iddia ediyordu.[104]

1990 yılında Kuveyt’i işgal eden Irak, kendisine destek sağlama­sı amacı ile İran’dan aldığı tüm topraklardan çekilmiştir.[105]  İran’la savaş sonunda 300.000 Iraklı ölürken, yaralanan ve sakat kalan Iraklı sayısı 550.000’e yükselmiştir. 70.000 kişi İran tarafından esir alınmıştır.[106]

Savaş, İran’ın, ağır malzeme ve insan kayıplarına uğramasına sebep olurken birçok Irak şehrinin ve petrol üretim tesislerinin de tahrip olmasına ve hasara uğramasına sebep olmuştur. Savaş döneminde, İran’da toplumu üzerinde yaratmış olduğu baskı ve şiddete benzer şekilde, Saddam yönetiminin de baskı ve şiddet uygulamaları artmış ve ülkenin kuzeyinde Kürt topluluklara yönelik şiddet kampanyaları yaşanmıştır. Irak silahlı kuvvetleri, Irak-İran Harbi’nde, 1983-1988 tarihleri arasında, Halepçe’de Kürt topluluklara karşı yapılan kimyasal saldırı dahil 195 kez kimyasal silah kullanmış olmasına rağmen, ABD’nin bu ülkeye ekonomik yardımı devam etmiştir.[107]

 

Her iki tarafında üs­tünlük sağlayamadığı savaş boyunca birçok petrol tesisi, petrol tankerleri, askeri üs ve sivil yerleşim alanları zarar görmüştür.[108] 1980-1988 İran-Irak harbi, Irak’ın büyük ölçüde ekonomik gücünü ve kaynaklarını yok ederek, Irak halkını refah toplumundan ekonomik güçlükler içinde yaşayan bir toplum haline getirmiştir.[109]

 

Sonuç itibariyle bu savaş İran’ı yıprattığı gibi, esas olarak Irak’ın iktisadi-askeri imkanlarını da mahvetmiştir. Bu savaştan en karlı çıkan taraf İsrail ve silah holdingleri olmuştur. İsrail, Mısır’ı Camp David Antlaşması’yla kendine yakın tutmuş ve kendisi için tehlike oluşturacak en önemli iki gücün (Irak-İran) gazabından uzak kalmıştır. İran’la uzun seneler meşgul edilen Saddam’lı Irak, harbin ardından bir Arap ülkesi olan Kuveyt’i işgal etmiş ve bununla ABD’nin Orta Doğu’da yeni bir dönem başlatmasına ortam hazırlamıştır. Suriye anti-emperyalist karakterinden dolayı önce İran devriminden yana tavır almış, daha sonra Irak-İran savaşına şiddetle karşı çıkmıştır. Bu dönem Suriye-İran münasebetlerinin her alanda olumlu boyutlar kazandığı dönemdir. Irak-İran Savaşı bölgemiz için sağlıksız ve tahripkar sonuçlar yaratmıştır.[110]

Basra Kör­fezi’nde İran yayılmasına karşı duran ve bu politikası ile Arap dünyasının çıkarlarını koruyan Irak’ın Iran ile sürdürdüğü 8 yıllık yıpratma harbi sonrasında geriye, bölge için tehdit olarak algılanacak Irak Silahlı Kuvvetleri ile savaşın getirdiği ağır borç kalmıştı. Iran-Irak savaşı sonucu olarak, bir tarafta Irak’ın karşı karşıya kaldığı ağır borç yükü ve savaşın getirdiği tahribat, diğer yanda bölgedeki diğer Arap ülkelerinin her geçen gün artan petrol gelirleri ve ulaştıkları zenginlik Irak ile bölge ülkeleri arasında çatışma için yeterli sebebi oluşturmaktaydı.[111]

Diğer yandan, Sovyetler Birliği’nin 1988 sonunda Afganistan’dan çekileceğini ilan etmesi ve 1989 yılı içinde çekilmesini tamamlaması­yla, 1990 yılına gelindiğinde, Amerika Birleşik Devletleri bölgede ye­ni bir atak fırsatını yakalamıştır.[112]

Uçarol’a göre:

İran-Irak Savaşı’nın sona ermesinden biraz sonra, aşağıda belirtileceği gibi, Irak’ın 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’e girip burayı ülkesine kattığım açık­laması üzerine “Körfez Savaşı” başladı. Bu savaşta Irak yenildi ve ülkesinin 36’ncı paralelin kuzeyindeki topraklarında kontrolünü kaybetti. Bu da, Ku­zey Irak’taki Kürt gruplar arasında bölgede etkinlik sağlamak için mücadele­ye yol açtı. Bu gelişmeler sırasında İran’ın da, İran-Irak sınırını geçerek Kuzey Irak’ta üslenen ve İran’da eylemler düzenleyen bir İran Kürt grubuna karşı operasyonlar düzenlendiği ve bu operasyonların yedi ay kadar sürdüğü, belirtilmektedir. Yine aşağıda söz konusu edileceği üzere, 1996 yılının Ağustos ayı sonlarında, Kuzey Irak’ta birbirleriyle çatışan Kürt gruplarından Bağdat Yö­netimi’yle anlaşan grubun Irak ordusuyla birlikte, İran’ın desteklediği belirti­len Kürt grubunun hakim olduğu Erbil’e girmesi, İran ile Irak’ı karşı karşıya getirme tehlikesini doğurdu. Bu tehlikenin ortaya çıkması üzerine, Türkiye ile birlikte birçok ülke, Bağdat ve Tahran hükümetlerinden Kuzey Irak’taki Kürt grupları arasındaki çatışmalara son verilmesi ve gerginliğin tırmandırılmaması için önlem alın­masını istedi. ABD ise, Körfez’deki askeri birliklerini “36 saatlik alarm” du­rumuna geçirdi ve bunun arkasından da, 3 Eylül 1996 günü, Irak’ın güneyi­ni havadan bombaladı. Bölgede başlayan bu yeni gelişme ise, dikkatleri İran-Irak gerginliğinden ABD-Irak gerginliğine çevirdi. Bundan böyle de, İran-Irak ilişkilerinde açık bir hareketlilik görülmedi. Ancak, iki ülke arasında olumlu bir gelişme de olmadı.[113]

 

Harpal Brar ve Ella Rule’e göre; Humeyni rejiminin iktidarda kalmasını sağlayan ve hatta onu bir miktar popüler kılan tek şey, Irak’ın sonu gelmeyen sal­dırılarıdır. Başka bir deyişle, Humeyni rejiminin beklenenden çok daha uzun bir süre iktidarı elinde tutması gerçekten de Sad­dam Hüseyin’e mal edilebilecek bir başarıdır.[114]

Savaşın en önemli sonucu, Körfez ülkeleri arasında bir güvenlik sorununun ortaya çıkması ve günümüze dek uzanan Kürt sorununun temellerinin atılması ile Körfez Krizi’nin hazırlanması olmuştur.[115]

1988’de İran-Irak Savaşı ateşkesle sonuçlandıktan sonra, Kuzey Irak’ta ayaklanma başlatan Kürtlerin üzerine yürüyen Saddam’ın askerleri çok sayıda Kürdü katletmiş, 100 bin Kürt çöle sürülmüş ve Halepçe’de 5 bin Kürt zehirli gaz ile öldürül­müştür.[116]

 

 

 

 

 

9-SONUÇ

Şubat I979’da İran’da rejim değişikliğine yol açan devrim olmuş ve Humeyni iktidarı ile birlikte İran İslam Cumhuri­yeti kurulmuş ve bu gelişmenin hemen ardından da Irak-İran Savaşı çıkmıştır.[117]

Sekiz yıl süren savaş, Irak Devlet Başkanı Saddam’ın İran’daki devrim sonrası kargaşa ortamından yararlanarak böl­gede egemen güç haline gelme doğrultusundaki emellerini gerçekleştirmek istemesinden ortaya çıkmıştır. Bunun yanında, Saddam, iki ülke arasındaki etnik, ideolojik ve tarihsel sorunları güç yoluyla çözümlemeyi ve İran Devrimi’nin etkilerinin bölgeye yayılmasını engellemeyi düşünüyordu. Ancak Irak, savaş sonunda İran’daki devrimin bölgeye yönelik oluşturduğu tehlikeyi büyük ölçüde önlemiş olmakla be­raber bu arada Irak ekonomisi de büyük bir borç yükü ile karşı karşıya kalmış ve Saddam İran’ı yenerek Körfez’de egemen güç olma doğrultusundaki amacına ulaşamamıştır.[118] İran’ı birçok yönden frenlemişti.[119]

 

İran mollalarının Irak’a karşı tutumları ve saldırıları, büyük olasılıkla, Irak kitlelerinin “gönlünde taht kurmamış” olan Saddam Hüseyin rejiminin etrafında kenetlenmelerini sağlayarak, bu otokratik rejimin öm­rünü uzatmaya hizmet edecektir.[120]

İrak-İran Savaşı esnasında her iki ülkeye de dostane bir tarafsızlıkla yaklaşan ve bu ülkelerin sıkıntılarını gidermede yardımcı olan Tür­kiye, harpten sonraki dönemde hiç hak etmediği bir muamele ile karşı karşıya kalmıştır. Irak, devletlerarası hukuku çiğneyerek işgal ettiği Ku­veyt yüzünden, hukuka inanan diğer medeni ülkeler ile birlikte aynı tavrı takınması yüzünden Türkiye’ye kızmış ve düşmanca bir tutum içine gir­miştir.[121]


 

11-KAYNAKÇA

 

Kitaplar

-          Arı, Tayyar,  2000’li Yıllarda Basra Körfezi’nde Güç Dengesi, 4.Baskı, Alfa Yayınları, İstanbul 1999.

-          Arvasi, Ömer ve Erkan, Halil, “Irak Savaşı”, Ortadoğu Orta Asya ve Kesişen Yollar, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, İstanbul 2003.

-          Aziz, Tarık , Irak-İran Çatışması Sorular ve Tartışmalar, Yabancı Dillerde Çeviri ve Yayın Dairesi Yayınlarından Kültür ve Tanıtma Bakanlığı, Bağdat 1981.

-          Brar, Harpal ve Rule, Ella, Ortadoğu ve Emperyalizm, Çeviren: Evren Madran, Papirüs Yayınevi, İstanbul 2004.

-          Bodur, Harun, “22 Eylül 1980”, Kronolojik 20.Yüzyıl Siyasi Tarih 1900-1999, Çağlar Yayınları, Ankara 2005.

-          Behlıvan, Samer, “Irak İran Savaşı ve Ortadoğu”, İkinci Orta Doğu Semineri Dünden Bugüne Irak Bildiriler I, 27-29 Mayıs 2004, Editörler: Mustafa Öztürk ve Enver Çakar, Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi Yayınları, Elazığ 2006.

-          Çevik, Halis, Uluslararası Politikada Ortadoğu, Nüve Kültür Merkezi Yayınları, Konya 2005, s.195-201.

-          Çandar, Cengiz, Ortadoğu Çıkmazı, 4.baskı, Seçkin Yayıncılık, İstanbul 1988.

-          Dedeoğlu, Beril,  Ortadoğu Üzerine Notlar, Derin Yayınları, İstanbul 2002.

-          Efegil, Ertan,  Körfez Krizi ve Türk Dış Politikası Karar Verme Modeli, Gündoğan Yayınları, İstanbul 2002.

-          Goldschmidt, Arthur ve Davidson, Lawrence, Kısa Ortadoğu Tarihi, Çeviren: Aydemir Güler, Doruk Yayımcılık, İstanbul 2007.

-          Özdağ, Ümit,  Değişen Dünya Dengeleri ve Basra Körfezi Krizi, Hikmet Neşriyat, İstanbul 1991.

-          Özükan, Bülent,  Dünya Atlası 2011, Boyut Yayıncılık 2011, İstanbul 2011.

-          Özfatura, Mustafa Necati,  Kurtlar Sofrasında Ortadoğu, Savaş Devam Ediyor 2, Adım Yayıncılık, İstanbul 1993.

-          Över, Kıvanç Galip, Vaad Edilmiş Topraklarda Ölüm Kokusu, Papirüs Yayınları, İstanbul.

-          Pehlivanoğlu, Öner, Ortadoğu ve Türkiye, Kastaş Yayınevi, İstanbul 2004.

-          Saray, Mehmet, Türk-İran İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1999.

-          Şimşek, Erdal, Ortadoğu’da Oynanan Kirli Oyunlar, Neden Kitap Yayıncılık, İstanbul 2007.

-          Uçarol, Rifat , Siyasi Tarih, Der Yayınları, 7.baskı, İstanbul 2008.

-          Zorgbibe, Charles,  Körfez’in Tarihi ve Jeopolitiği, Çeviren: Yıldırım Büktel, İletişim Yayınları,  İstanbul 2009.

 

Gazeteler

-          Cumhuriyet gazetesi, 23, 29, 30 Eylül 1980.

-          Milliyet gazetesi, 25, 26, 27 Eylül 1980.

 

 

 

 

 
 
 
  Bugün 13 ziyaretçi (13 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol