Hangi Tarih
  Lozan Antlaşması'nda Azınlıklar Meselesi
 

1.      GİRİŞ

 

Lozan Antlaşması,  modern Türkiye’nin kuruluşunu dünyaya ilan eden, Cumhuriyet tarihindeki en önemli antlaşmalardan biridir. Bu antlaşma hem Türkiye’nin bağımsız bir devlet olarak milletler ailesi içinde yer almasını sağlamış hem de asırlardan beri devam eden sorunlara bir son vermiştir. Bu sorunlardan biri de azınlıklar meselesidir.

               
Kendi devletlerini kurmak için ayaklanan azınlıklar I.Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı’nda vatandaşı oldukları ülkelerine karşı zararlı faaliyetlerde bulunmuşlardı. Gerek siyasi gerekse silahlı mücadele gibi yöntemler kullanarak, Türk milletini zor duruma düşürmüşlerdi. Ayrıca Yeni Türk Devleti’nin ulus devlet esasına dayanması, azınlıklar konusunun çözüme kavuşturulması zorunluluğunu doğuruyordu. Bu gerekçelerden ötürü Lozan’da azınlıklar meselesi gündeme gelmiş ve konferansın en tartışmalı konularından biri olmuştur. Sonuç itibariyle bu sorun büyük ölçüde Türkiye’nin istediği esaslar çerçevesinde halledilmiştir.

Bu çalışma sırasında gerekli kaynaklara ulaşılmasıyla ilgili herhangi bir sorun yaşanmamıştır. Konuyla alakalı pek çok kaynak bulunmaktadır. Ancak bu kaynakların bazılarının birbirlerinin tekrarı olduğu anlaşılmıştır. Konunun dikkat çekici yönleri, Lozan’da bulunan kişilerin anılarında daha ayrıntılı biçimde işlendiği için buralardan alıntılar yapılmıştır. Tarafsız bir bakış açısıyla konunun ele alınması için hem Türk hem de yabancı devlet adamlarının görüşlerine yer verilmiştir. Bu konuda son yıllarda çıkan çalışmalardan dikkat çekici olanları Sevtap Demirci’nin Belgelerle Lozan’ı ve Salahi Sonyel’in Gizli Belgelerle Lozan Konferansı’nın Perde Arkası’dır. Araştırma esnasında bu kaynaklardan da yararlanılmıştır.

Lozan Antlaşması’nda azınlıklar konusunun incelendiği bu çalışma, tutarlı ve gerçekçi esaslar dahilinde yapılmaya çalışılmıştır. Bu çalışmayı diğerlerinden ayıran özellik, meseleyi ana hatlarıyla vermiş olması ve bunu tanıklara dayandırmasıdır.

 

 

 

2.      LOZAN ANTLAŞMASI’NIN ÖNEMİ

 

Mudanya Ateşkes Antlaşması’ndan sonra barış konferansı milletlerarası geleneklere uyularak tarafsız bir ülke olan İsviçre’nin Lozan kentinde toplanmıştır.[1] Konferans 20 Kasım 1922 Salı günü şehrin merkezindeki Mont Benon Gazinosu’nda açılmış, böylece Versailles, Saint German, ve Neuilly gibi Birinci Dünya Savaşı’nı tasfiye eden toplantıların dördüncüsü de yapılmıştır. Lozan Konferansı’nın diğerlerinden farkı bu antlaşmalarla Almanya’ya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na, Bulgaristan’a en ağır şartları kabul ettirmiş olan İngiltere, Fransa, Japonya ve müttefiklerinin, tek başına bir milli mücadele kazanan Türkiye’nin bağımsızlığı konusunda karşılıklı tartışmayı kabul etmiş olmalarıydı.[2]

Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları içinde bağımsız bir devlet olarak dünyada yer almasını sağlamak, azınlıklar, devlet borçları, kapitülasyonlar vb belli başlı konuşlara çözüm bulmak açısından çok önemli bir konferanstı. Çünkü karşı tarafta Osmanlı İmparatorluğu ile Mondros Ateşkesi’ni, Sevr Antlaşması’nı imzalayan devletler bulunmaktaydı.[3] Ayrıca konferansta ele alınan sorunlar yüzyılların birikimiydi.[4]

 Konferansa Ankara Hükümeti’nin temsil ettiği Türkiye ile İtilaf Devletleri (Fransa, İngiltere, Rusya, İtalya, Japonya ve ABD) ve ilgili ülkeler olarak Yunanistan, Romanya, Yugoslavya ve Bulgaristan katıldılar.[5]

Konferansta Türkiye’yi İsmet Paşa temsil etmiştir. Bunun başlıca nedeni Milli Mücadele’ye katılan ve her biri büyük hizmetler gören sahnedeki şahsiyetlerden bir kısmının Cumhuriyet’in ilanından önce, bir kısmının ise Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte istenmeyen davranışları yüzünden yıpranmaları ve Mustafa Kemal’i yeteri kadar desteklememeleri idi. Oysa İsmet Paşa daima Mustafa Kemal’in yanında, bütün görüşlerinin bir bayraktarı olarak yer almıştır.[6] Bu nedenle Lozan Konferansı’nda Türkiye’yi Hariciye vekili ve Edirne mebusu İsmet İnönü başkanlığında Sıhhiye vekili ve Sivas mebusu Dr.Rıza Nur, Trabzon Mebusu Hasan(Saka) Bey’den oluşan bir heyet temsil etmiştir. Heyette ayrıca 24 müşavir, 8 kâtip ve bir tercüman bulunmuştur.

Müttefikler İstanbul Hükümeti’nin de konferansa katılmasını istemiş, bunun üzerine TBMM tarihi bir karar alarak 1 Kasım 1922 tarihinde İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal tarihi olan 16 Mart 1920 tarihi itibariyle İstanbul’daki hükümetin yetkisiz olduğunu açıklayarak saltanatı kaldırmıştır.[7] Bu yönüyle Lozan Konferansı, Türkiye’nin ulusal egemenliğe geçişinde dolaylı olarak da olsa rol oynamıştır.

Lozan Barış Antlaşması ve ekleri 23 Ağustos 1923’te TBMM tarafından onaylanmıştır.[8] Böylece Türkiye’nin tarihinde imzaladığı en büyük ve en önemli antlaşma yürürlüğe girmiştir. İtalya 11 Ocak 1924’te, İngiltere 10 Nisan 1924’te, Fransa 26 Ağustos 1924’te antlaşmayı parlamentolarında onaylayan diğer devletlerdir.[9]

 

3.      LOZAN ANTLAŞMASI’NDA AZINLIKLAR MESELESİ

 

Çoğunluktan sayıca az olan topluluklara azınlık adının verilmesi ve bunlar için önlemler alınması I.Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşmiştir. Çünkü imparatorluklar parçalandıktan sonra ulus devletlerin içinde bazı milletlerden parçalar kalmıştı.[10] Bu parçalar, ulus-devletler için sorun oluşturuyordu. Bu nedenle azınlıklar konusu 20.yüzyıl antlaşmalarında önemli konulardan biri olmuştur.

Azınlıklar meselesi Lozan’da büyük tartışmalar yaratmıştı. Türkiye, bu konunun çözümünde Milletler Cemiyeti kararları ve antlaşmalarla ortaklaşa kabul edilmiş olan hükümlere göre hareket edilmesini savunuyordu. Türkiye, bütün devletlerin kendi ülkelerinde azınlıklara tanıdıkları hakları aynen uygulayacaktı. Ayrıcalıklı bir durum ve geçmişte görülen herhangi bir denetim kabul edilmeyecekti. Özellikle İngilizler, azınlıklar sorununa çok ateşli yaklaşıyordu. Ermenilere Doğu Anadolu’da toprak verilmesi isteği bunların başında geliyordu.[11]

Müttefikler azınlıkların Türkiye’de korunmadığı görüşünde mutabıktılar.[12] Esasında Lord Curzon azınlıklar konusunda Türkiye’den şu önlemlerin alınmasını istiyordu:

a.Son 9 yıllık olayları kapsayan genel af.

b.Azınlıkların bedel karşılığında askerlikten muaf tutulmaları.

c.Ülkeden ayrılma ve malları, hakları bakımından hiçbir kısıtlamaya tabi olmamaları.

d.Bu önlemlerin uygulanmasını denetlemek üzere bir organ kurulması.[13]

İsmet Paşa’nın görüşü ise şöyle özetlenebilir:

       Türkiye’de azınlıkların hakları Türkiye hükümeti tarafından ve son defa Avrupa’da imzalanan muahedelerdeki umumi esaslar dâhilinde korunacaktır. Fakat bunun içinde Türk azınlıkların hakları da aynı suretle korunmalıdır. [14]

Ayrıca İsmet Paşa hatıralarında azınlıklar konusuyla ilgili şunları aktarmaktadır:

         Bu konuda Lozan’da büyük baskılara maruz kaldık. Cihan harbi içinde bütün dünyaya karşı padişah hükümetinin yardımı ile haksız iftiralara uğradık. Padişah hükümeti, millete tevcih edilen suçları kabul edip bir takım insanlara yükleyerek memleketi, bu suçların bahanesi altında hazırlanan suikastlara karşı koruyabileceğini zannetmiştir. Karşımızda bulunan galipler, suçları bir defa memlekete yükledikten sonra onu yapanların adlarına ehemmiyet vermeksizin cezayı tabiatıyla millete yükleyeceklerdi. Bu sebeple biz Lozan’da ekalliyetler meselesinden dolayı büyük sıkıntı çekmişizdir.[15]

 

Tartışmaların bir kısmı azınlıklar tanımına kimlerin gireceğiyle ilgiliydi. Müttefikler azınlık tanımının içine Müslümanları da sokmak istiyordu. Ancak azınlık kavramının yalnızca gayrimüslimleri kapsaması konusunda Türk heyeti diretmiştir. Özellikle Müslümanlarla Türklerin kader birliği yaptığı vurgulanmıştır. Örneğin, I.Dünya Savaşı’nda Kürtler büyük ölçüde Osmanlılara bağlı kalmışlar, hatta İstiklal Savaşı’nda milliyetçi güçlerle birlik olmuşlardı. [16]

İsmet İnönü hatıralarında azınlıklar meselesinin konferansta açıldığı vakit bunların Türk idaresinden çok şikâyetçi olduklarının söylendiğini anlatmaktadır. Ayrıca görüşmeler esnasında müttefiklerin çıkardığı zorlukları ve yaşananları şu şekilde dile getirmektedir:

      Zaten ekalliyetler meselesi bir yanlış anlama ve yine İngilizlerin sert tutumları yüzünden aksi bir halde başlamıştı. Bu meselenin ertesi günün gündeminde olduğu gece yarısından sonra tebliğ edilmişti.(…) Neyse Ankara’da ekalliyetler meselesine ait acele hazırladığımız bir tarihi etüt vardı. Onu yanıma aldım, konferansa gittim. Bu etüt Osmanlı İmparatorluğu’nda azınlıkların nasyonalist iddialarını körüklemek ve imparatorluğu zayıflatarak parçalayıp Türk Hükümeti’ni Avrupa’dan, Asya’dan çıkarmak için Avrupa milletlerinin ne oyunlar oynadıklarını, neler yaptıklarını, asırlardan beri süren bütün şekilleri ve hileleri ile tetkik eden bir uzun metindi.[17] Konferansta onu okudum. Konuşmanın nihayetinde Lord Curzon’a inme inecekti. Ödü kopuyordu. Konferans dağıldı. Dışarı çıkıyordum. Baktım Lord Curzon otelin bahçesinde yalnız başına oturuyor. Her tarafından adeta ateş, duman çıkıyordu. Yanına gittim, ne oldu dedim. “Harap ettin bizi, harap” diye şikayette bulundu ve bana sordu:

-Nasıl yapacağız, sulh yapacak mıyız?

-Yapacaksınız.

 dedim ve yanından ayrıldım. İşte görüşmeler böyle başlamıştı. [18]

 

Müzakerelerin ne kadar çetin geçtiği Curzon’un 14 Aralık’ta eşine gönderdiği şu mektuptan anlaşılmaktadır:

      Türkler, dayanılmaz bir duruma geliyorlar. Dün İsmet, azınlıklar sorununda Müttefikler adına yapmış olduğum ciddi önerilere sözde yanıt oluşturan ve konuyla hiç ilgisi olmayan küstahça bir konuşma yaptı. Kendisine benim ve meslektaşlarımın bu biçimde davranışa tabi tutulmamıza tahammül gösteremeyeceğimizi, bu sürerse Lozan’dan ayrılacağımızı ve Türkiye’nin dünya karşısında sorumlu olacağını söyledim...Tahmin edilebilecek her özveride bulunduk; ama Türkler sanki dünyanın fatihleriymiş gibi her noktaya karşı çıkıyorlar.[19]

 

İsmet Paşa’nın İngilizlerin bu meseledeki ısrarcı tutumu karşısında aklı başında İngiliz diplomatlardan birini bulmuş ve ona bu konudaki şikâyetlerini dile getirmiştir. O da İsmet Paşa’ya şöyle cevap vermiştir: İsmet Paşa, çok şeyler söyledik,  çok şeyler vaat ettik. Bütün dünyada çok taahhüt altına girdik. Şimdi bunlara son verirken, bu kadar merasim yapılmasını neden yadırgıyorsun? Aslında bu açıklama İngilizlerin çıkardıkları gürültünün nedenini de açıklıyordu. Tüm bunlara rağmen İsmet Paşa’nın kararı kesindi: Bütün memleketlerin kendi memleketlerinde ekalliyetlere tanıdıkları hakları biz de aynen kabul edeceğiz, fakat istisnai bir kayıt kabul etmeyeceğiz. [20] Müzakerelerin ne kadar çetin geçtiği Rıza Nur’un şu sözlerinden anlaşılmaktadır:

       En hararetli müzakereler ikinci komisyonun ilgilendiği ekalliyetler konusunda oldu. Bu saha büyük bir meydan muharebesi gibiydi. İki taraf da olanca kuvvetiyle hücum ve müdafaa ediyordu. Bu işler için dünyanın her tarafından papazlar, Hıristiyanlar, komiteciler, politikacılar Lozan’a üşüşmüş, dolmuştu. Türlü yaygaralar koparıyorlardı.[21]

Lozan’da azınlıklar meselesinin görüşülmesi yurttaki azınlıklar üzerinde de etkisini gösteriyordu. Trakya Hıristiyanları TBMM’ye çektikleri bir telgrafta şöyle diyorlardı:

       Biz Trakya Hıristiyanları, Türkiye’nin koruyucu kanadı altında mutluca yaşıyoruz. Lozan’da bir takım yabancılarca Türkiye’deki azınlıkların hakları ile bizlerden söz ettiklerini haber aldık. O kurulda söz sahibi olarak yalnız İsmet Paşa’yı tanıyoruz. Ondan başka bizim hesabımıza ileri sürülecek iddiaları yapılmamış sayarız.[22]

 

Tüm bu görüşmeler sonunda Lozan Antlaşması’nda azınlıklar konusunda 37-45 arasında yer alan maddeler kabul edilmiştir. Bu maddelerden bazıları aşağıda verilmiştir:

Bölüm 1

 

Kesim 3

 

Madde 38: Türkiye Hükümeti doğum, milliyet, dil soy veya din ayrımı yapmaksızın Türkiye halkının tümünün yaşam ve özgürlüklerini tam olarak korumayı yükümlenir.

Madde 39: Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyruklular, Müslümanlarla özdeş medeni ve siyasi haklardan yararlanacaklardır…

Madde 40: Müslüman olmayan azınlıklara mensup olan Türk vatandaşları, diğer Türk uyruklulara uygulanan benzeri davranış ve güvenceden yararlanacaklar ve harcamaları kendileri üstlenmek üzere her çeşit dinsel, sosyal ve de her türlü okul ve diğer eğitim öğretim kurumlarını tesis(…)hakkına sahip olacaklardır.

 

Bu maddelerle bütün azınlıkların Türk vatandaşı olduğu[23] ve Türk vatandaşı olanların kanun önünde eşitliği kabul edildi. Türkiye’de bulunan gayrimüslimlere yani Rum, Ermeni ve Yahudilere azınlık statüsü verildi.[24] Özellikle madde 45, bu hakların aynısını Yunanistan’daki Türklere tanımaktadır.[25] Zaten Venizelos Misak-ı Milli’nin beşinci maddesine atıfta bulunarak Türkiye’de azınlıklara verilen garantilerin tam eşini, Yunanistan’daki Müslümanlara vermeye hazır olduğunu da belirtmişti.[26]

1926 tarihli Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile Müslüman olmayan azınlıklara Barış Antlaşması ile tanınan şahsi haklar ve aile hukuku ile ilgili özel düzenlemelere de gerek kalmamıştır. Böylece ülkede kanun hâkimiyetini eşit olarak herkese istisnasız uygulama imkânına kavuşulmuştur. Bu düzen laik esaslara dayanan Türk Medeni Kanunu’nun kabul edilmesi ile sağlanmıştır.[27]

 

 

 

 

 

 

 

4.      MÜBADELE KARARI VE MÜBADELENİN UYGULANMASI

 

Anadolu’daki zafer Anadolu Rumluğunun ve Anadolu’daki Ortodoks kilisesinin de bu topraklar üstünde fiilen sonuydu. Nitekim geri çekilen Yunan ordusuyla karışık yahut onun ardından bir Rum göçmen akını Yunan adalarına akıyordu. İlk kaçanlardan başka, yabancı gözcülerin de işbirliğiyle İzmir limanından 263.000 Rum’un kısa bir zamanda tahliye olduğu tespit edilmiştir. Yunanlıların Pontus dedikleri Karadeniz kıyılarındaki Rumlar da ayrıca çekilmekteydi.[28] Bu durumda zaten Rumların eskisi gibi Anadolu’da yaşamaları mümkün gözükmüyordu.

 

Lozan’da bu mesele hakkında görüşmelerin nasıl başladığı konusunda Rıza Nur şu bilgileri aktarmaktadır:

      Türkiye’yi, asırlardan beri ecnebi devletlere alet olan unsurlardan kurtarmak, tek Türk yapmak en mühim şeydi. Keza benim fikrimi işgal eden şeylerin de en mühimi idi, fakat nasıl teklif edeceğimi düşünüyordum. Ağır ve emsalsiz iş. Kabul ettirilmesi hatta teklifi bile güçtü. Allah’tan onlar teklif ettiler. Bunu bizim teklif etmemiz lazım iken Nansen’in teklif etmesi tuhaftı. (…) Venizelos bu teklifi kabul etti. Bu da şaşılacak şey. Yunanistan demek Türkiye üzerindeki istila gayelerini terkediyor.[29]

 

              Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye’de kalan Rumlarla Yunanistan’da kalan Türklerin yer değişimi meselesi hususunda bir sözleşme ve protokol imzalanmıştı. Bu sözleşme ile karşılıklı nüfus değişimi yapılacak, yalnız 30 Ekim 1918’den önce İstanbul belediye sınırları içerisinde yerleşmiş bulunan Rumlarla Batı Trakya Türkleri bu değişimin dışında tutulacaktı.[30]  Mübadele kararına göre Türkiye ve Yunan hükümetlerinin kendi memleketleri hakkında müsaadesi olmadıkça ne Türkiye’ye ne Yunanistan’a tekrar gelip yerleşmeyeceklerdir.[31]

 

 İstanbul’da mümkün olduğu kadar fazla sayıda Rum bırakmak isteyen Yunanistan her sene ne suretle olursa olsun 30 Ekim 1918’den önce İstanbul’da bulunan bütün Rumların yerleşmiş sayılması gerektiğini ileri sürdü. Türkiye ise établi(yerleşmiş) deyiminin anlamının Türk kanunlarına göre belirlenmesi gerektiği savunuyordu. Anlaşmazlık Milletler Cemiyeti’ne havale edilmiş, orada da çözülememesi üzerine Türk-Yunan ilişkileri gerginleşmiştir. Yunanistan’ın Batı Trakya Türklerinin mallarına el koyarak buraya Türkiye’den gelen Rumları yerleştirmesi, buna karşılık olarak Türkiye’nin de İstanbul Rumlarının mallarına el koyması gerginliği artırdı. Anlaşmazlık yayılınca her iki taraf da işi siyasal bir anlaşma ile çözmek yoluna gitmiştir. 1 Aralık 1926’da bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma ile ahali değişimi meselesi büyük ölçüde çözümleniyordu. Ancak yine bir takım anlaşmazlıklar çıkmış ve Türk-Yunan münasebetleri gerginleşmiştir. Bir savaş havası esmeye başlayınca, Yunan Başbakanı Venizelos, Türk-Yunan münasebetlerindeki gerginliğin Yunanistan’a vereceği siyasal ve ekonomik zararı göz önüne alarak yumuşama yoluna gitmiştir. İki devlet arasında ahali değişimini yeni esaslara göre düzenleyen 30 Haziran 1930 tarihli antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum yerleri ne olursa olsun İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi établi (yerleşmiş) deyiminin kapsamı içine alınmıştır. Ayrıca her iki ülkenin azınlıklarına ait malları konusunda da birçok düzenlemeler yapılmıştır. Bu şekilde anlaşmazlıklar sona erdirilmiştir.

Böylece Batı Trakya’daki Türk azınlığı ile İstanbul’daki Rum azınlığı dışında ne Türkiye’de Yunanlı, ne Yunanistan’da Türk kalıyordu. Etnik bakımdan, Osmanlı Devleti’nin başta gelen özelliklerinden olan çok ulusluluk Türkiye’de sona ermişti. Artık Türkiye’de Türkler vardı. Türkiye azınlıklar konusunu yasal yollarla çözüme kavuşturmak suretiyle büyük bir başarı elde etmişti. Osmanlı Devleti’nin son döneminde Anadolu’da %20 civarında azınlık nüfus bulunduğu dikkate alındığında elde edilen başarı açıklıkla görülecektir. Bu durum Anadolu’nun Türk vatanı haline gelmesinin Cumhuriyet’le sağlandığını göstermesi açısından önemlidir.[32]

 

 

 

 

5.      FENER RUM PATRİKHANESİ’NİN DURUMU

 

Türk Temsilci Heyeti, azınlık sorunları konusunu görüştüğü 16 Aralık 1922 günkü
oturumunda, Türkiye'de azınlık haklarına son verildiğini, bununla birlikte İstanbul Rum Patriği'nin Türkiye'nin dışına çıkarılmasını düşündüğünü resmen açıklamıştır.

Türk heyeti Türk ve Rum unsurların aynı devletin çatısı altında iyi ilişkiler içerisinde, kaynaşmış olarak yaşadıklarını ancak Patrikhanenin bu iki unsurun barış içerisinde yaşamasına engel eylemlerin odak noktası olarak çalıştığını, dolayısıyla mutlaka ülke sınırları dışına çıkarılması gerektiğini düşünüyordu. Özellikle işgal yıllarında Türkler aleyhine her türlü organizasyona Patrikhane öncülük etmişti. Mustafa Kemal Paşa da 20 Ocak 1923 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesine verdiği demeçte konuya son derece kararlı bir şekilde yaklaşmakta, Patrikhane’yi bir fesat ve hıyanet ocağı, Hıristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluğa ve felakete sebep olan yer olarak nitelendirmekte ve Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımız üzerinde bırakamayız diyerek hakiki yerinin Yunanistan olduğunu söylemekteydi.[33]

 

Türkiye'nin yaptığı patrikhanenin ülkeden çıkarılması önerilerine İngiliz, Yunan, Amerikan ve Fransız heyetleri hemen karşı gelmişler, patrikhanenin İstanbul'da kalmasını istemişlerdir. Tüm tartışmalardan sonra Komisyon Başkanı Lord Curzon Türk Temsilci Heyetine ve Komisyona, Patriklik ile ilgili yeni bir öneri yapmıştır. Patrikliğin siyasal niteliği ile yönetim alanlarındaki yetkilerinden yoksun bırakılmasını, sadece din kurumu haline getirilmesini, buna karşılık İstanbul'da kalmasını teklif etmiştir.[34]

Söz alan Venizelos patrikliğin siyasal çabalarda bulunmasını önleyecek tedbirlerin alınması şartıyla İstanbul’da bırakılmasın şeklindeki İngiliz teklifini desteklemiş ve bu yönde bir konuşma yapmıştır. Türk baş delegesi ise yaptığı konuşmada söz konusu şartlar altında Müttefik ve Yunan delegelerin sözlerini senet sayarak Patrikliğin İstanbul’dan çıkarılması teklifinden vazgeçtiğini bildirmiştir.[35]

 

6.      ERMENİ SORUNUNUN HALLEDİLMESİ

 

TBMM’nin Lozan’a giden heyetten taviz verilmeksizin halledilmesini istediği iki konudan biri, Ermeni meselesi idi.[36] Bu nedenle Türk heyeti bu başlığa çok önem veriyordu.

Ermeni meselesi, her an konferansın kesilmesine zemin hazırlayabilecek bir konu olmuştur. Lord Curzon azınlıkların korunması ile beraber Ermeni sorununu da dile getirmiş ve Türklerin ülkesinde bir Ermeni yurdu kurulmasını istemiştir.[37] Bunun dışında çok geniş bir genel af, azınlıklar için bedelli askerlik, ulaşım serbestliği ve Milletler Cemiyeti’nin denetimini zorunlu görmekteydi. [38] Ayrıca Ermeniler için Türkiye’de bir toplanma merkezi[39] olmasını istiyor, İsmet Paşa ise en iyi garantinin Türk vatandaşı sayılmaları olacağını söylüyordu.[40] Hatta bir aralık Lord Curzon, Türk topraklarındaki 3.000.000 Ermeni’den bugün ancak 130.000 Ermeni kaldığını ileri sürüyordu. İsmet Paşa ise yabancı kaynaklara da dayanarak, dünya yüzünde dahi 3.000.000 Ermeni mevcut olmadığını, harp içinde Ermeni komitacıların faaliyetlerini cevap olarak veriyor[41] ve şu sözleri dile getiriyordu: Türkiye bugün sırf Türklerin oturduğu yerlere inmiştir. Marsilya’da Rumlar, Rum Devleti kurmayı veya burayı Yunanistan’a eklemeyi ne kadar düşünemezlerse, Türkiye’deki Rum ve Ermeniler de artık bunu o kadar düşünemez.[42]

 

Lozan görüşmeleri sırasında farklı Ermeni grupları Türk temsilcilerle görüşmek istemiştir. Bir gün eski Osmanlı hariciye nazırlarından Noradunkyan Efendi ve Paşalyan adında bir kişi İsmet İnönü’nün yanına gelirler. Bir müddet Ermeni meselesi, üzerinde konuştuktan sonra, Türkiye’nin bir yeri üzerinde Ermeni yurdu isteriz derler. Ama bu yerin neresi olduğu hakkında hiçbir şey söylemezler, onlar için yer fark etmez. Bu konuşmalardan sonra Ermenilerin ısrarları üzerine İsmet İnönü, ipleri kopartacak nitelikte bir konuşma yapacak ve onlara şu cevabı verecektir: Aramızdaki itimat ve samimi hava bozulduktan sonra siz tekrar geleceksiniz, beni arayacaksınız. Artık görüşmemize imkân olmayacak ve lüzum da kalmayacaktır. Unutmayın, o zaman ben sizinle görüşmeyeceğim. Bundan sonraki süreçte Noradunkyan Efendi, İsmet Paşa ile görüşmek istese de bu konudaki talepleri kabul edilmemiştir. Bu konuda yaşanan sıkıntılar konusunda İsmet Paşa hatıralarında şunları anlatmıştır:

         Konferans esnasında Ermeni meselesi hakkında ateşli bir şekilde konuşan Ermeni hukukunu savunan Ermeni cemiyetinin profesörüne “Zihniyetiniz vatandaşlar arasında ahenk olmamasını isteyen bir istikamettedir. Fena bir yoldasınız. Muvaffak olamazsınız. Bana memleketin bölünmesini teklif ediyorsunuz. Biz memleketimizi parçalamaktan kurtarmak için bütün Cihan Harbi boyunca uğraştıktan sonra dört sene daha uğraşmışızdır. Sizin cemiyetinizin yapacağı mücadele, bizim yendiğimiz devletler ve güçlükler yanında çok ehemmiyetsiz kalır. Çok az gelirsiniz.” dedim. “Buyurun” diyerek profesörü gönderdim. Rıza Nur Bey, aynı günlerde bir Ermeni heyetiyle hesapta olmaksızın görüştürülmek istenmiş,  o da bunu kabul etmemiş ve görüşmeleri terk etmiştir. Bu konuda küçük bir kriz yaşanmıştır.[43]

Ermeni meselesinde yaptığı konuşmayla ilgili olarak Rıza Nur şu bilgileri aktarmaktadır:

        Dünyada mazlum millet bir tane değildir. Mısır hürriyeti için birkaç defadır ve daha dün kan içinde çalkalandı. Hindistan, Tunus, Cezayir, Fas hürriyetini yurdunu istiyor. Hatta İrlandalılar yurtları istiklalleri için kaç asırdır ne kadar kan döktüler. Siz bunlara istiklallerini verin, yurtlarını verin, biz de Ermenilere derhal verelim. Bu şart dahilinde burada duramayız. Celseyi terk ediyorum.” Bu sözlerim çok ağırdı. Hepsi pancar gibi kıpkırmızı idi. Hele Rumbold! Kah al, kah mosmordu.[44]

Tüm bu tartışmaların ardından Ermeni meselesi taviz verilmeksizin kapatılmıştır. Bu mesele hakkında Amerikan delegesi Grew, anılarında Türklerin hiçbir konuda bu kadar inatla direnmediklerini söylemektedir.[45]

 

7.      AZINLIK OKULLARININ DURUMU

 

Osmanlı Devleti’nde gayrimüslim unsurlar eğitim-öğretim özgürlüğüne sahipti. Diledikleri gibi okullarını açıyor ve burada kendi eğitim sistemleri ışığında etkinlik gösteriyorlardı. Ancak süreç içinde bu okullar patrikhanenin yaptığından farksız bir tutum izlemeye, işgal yıllarında İtilaf Devletleriyle ve özellikle Yunanistan’la işbirliği yapmaya başladılar. Faaliyetleri milli birlik ve bütünlüğü bozacak nitelikteydi. Bu nedenle azınlık okulları için bir takım önlemler alınması gerekiyordu. Lozan’da Türk heyeti bu meseleyi bir iç sorun olarak değerlendiriyor ve başka devletlerin bu konuda herhangi bir söz hakkına sahip olmadığını düşünüyordu.

Lozan Antlaşması’nda azınlık okulları konusunda alınan karar ise şu şekildedir:

Madde 40: Müslüman olmayan azınlıklara mensup olan Türk vatandaşları, diğer Türk uyruklulara uygulanan benzeri davranış ve güvenceden yararlanacaklar ve harcamaları kendileri üstlenmek üzere her çeşit dinsel, sosyal ve de her türlü okul ve diğer eğitim öğretim kurumlarını tesis(…)hakkına sahip olacaklardır. [46]

Bu madde ile azınlıklar kendi okullarını açma hakkına sahip oldular. İlerleyen yıllarda Türk hükümetinin belirlediği esasları kabul eden okullar eğitimlerine devam ettiler. Türkiye’nin uyguladığı kuralları benimsemeyenler ise kapatıldılar.[47]

 

8.      NUTUK’TA LOZAN VE AZINLIKLAR

 

Mustafa Kemal, Lozan’la ilgili azınlıklar meselesi hakkında Nutuk’ta şu bilgileri vermektedir:

         Efendiler, Sevr Antlaşması’ndan sonra düşman devletler tarafından Türkiye’ye dört defa barış şartları teklif edilmiştir. Bunlardan birincisi Sevr taslağıdır.(…)10 Ağustos 1920’de imza edilmiştir.(…)İkinci barış teklifleri I.İnönü Savaşı’ndan sonra toplanan Londra Konferansı’nın sonunda 12 Mart 1921 tarihinde yapılmıştır.(…)Üçüncü barış teklifleri 22 Mart 1922’de yani, Sakarya Zaferi’nden ve Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması’ndan sonra ve yakında yeni bir saldırımızın beklendiği bir sıralarda, Paris’te toplanan İtilaf Devletleri Dışişleri bakanları tarafından yapılmıştır.(…) Dördüncü teklif Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanan görüşmelerdir.(…)İtilaf Devletleri’nce Türkiye’ye kabul ettirilmesi düşünülen esaslar ile Milli Mücadele sayesinde ulaşılan sonuç açıkça gözler önüne serebilmek için, bu dört türlü teklif arasında en önemli noktaları içine alacak şekilde kısa bir karşılaştırma yapmayı yararlı sayarım.

Mustafa Kemal bu açıklamasından sonra Nutuk’ta dört anlaşmayı kıyaslamaktadır. Azınlıklar konusunda ise kıyaslamayı şu şekilde yapmaktadır:

Sevres’de: 1918 Ateşkes Antlaşması’ndan sonra yapılan bütün antlaşmalarda yer alan hükümlerden başka, Türkiye’ye özellikle aşağıdaki hususlar kabul ettirilmek istenmiştir:

      a-Yerlerinden ayrılmış olan ve Türk olmayan bütün halk eski yerlerine gönderilecektir.

      b-Türk Hükümeti, azınlıkların parlamentoda kendi nüfusları oranında temsil edilmelerini sağlayan bir seçim kanunu tasarısını, iki yıl içinde İtilaf Devletleri’ne sunacaktır.

      c-Patrikhaneler ile bunlara benzeyen kuruluşlara tanınmış olan bütün imtiyazlar artırılarak daha da sağlamlaştıracak ve bunların idare ettikleri okul, yetimhane vb konusunda o güne kadar hükümetin sahip olduğu sınırlı denetleme hakkı elinden alınacaktır.

       d-İtilaf Devletleri Milletler Cemiyeti’nin görüşünü aldıktan sonra bu kararların uygulanmasını sağlayacak gerekli tedbirleri tespit edecektir. Türkiye bu konuda sonradan alacak her tedbiri kabul edeceğini şimdiden taahhüt edecektir.

Mart 1921 teklifinde: Azınlıklar söz konusu edilmemiştir. Bu teklifte Sevres’de yapılacak değişiklikler yer aldığı için, bundan adı geçen antlaşmanın azınlıklarla ilgili bölümünün değiştirilmeyeceği sonucu çıkarılabilir.

Mart 1922 teklifinde: Türkiye ve Yunanistan’daki azınlıklarla ilgili bir sıra tedbirin teklif edileceği ve bunların gereğince uygulanmasını kontrol için milletler Cemiyeti’nce komiserler tayin edileceği yazılıdır. Bu bir sıra tedbirin neler olduğu açıklanmamıştır.

Lozan’da: Misak-ı Milli’mizde kabul etmiş olduğumuz üzere ve yalnız Müslüman olmayanlar için Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan bütün milletler arası antlaşmalarda yer alan hükümler kabul edilmiştir.

 

Mustafa Kemal dört teklifi de karşılaştırdıktan sonra bu meselesin uluslar arası eşitlik prensibi çerçevesinde çözüme kavuşturulduğu mesajını vermektedir.[48]

 

 

 

 


10.  SONUÇ

 

Sık sık kesintiye uğrayan, ancak 8 ay gibi uzun bir süre sonunda tamamlanabilen[50] Lozan Konferansı Ortadoğu’nun tarihinde bir dönüm noktası oldu ve bölgenin haritasını değiştirdi. Osmanlı İmparatorluğu sona ererken, Türkiye’nin bağımsız bir devlet olarak kuruluşu, Batılı devletler tarafından kabul edildi.

Lozan Antlaşması’yla Misak-ı Milli ana hatlarıyla gerçekleştirildi,[51] Batı’nın ‘Şark Meselesi’ ortadan kaldırıldı.[52] Bu başarı mazlum milletleri de etkisi altına aldı, Hindistan, Arabistan ve Kuzey Afrika’da ardı ardına bağımsızlık savaşları yaşandı ve emperyalizmin sonunu getirdi.[53] Mustafa Kemal Paşa, Lozan Antlaşması’yla ilgili genel olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

 

       Muhterem Efendiler,

       Lozan Barış Antlaşması’nın ihtiva ettiği esasları, diğer barış teklifleriyle daha fazla mukayeseye mahal olmadığı fikrindeyim. Bu antlaşma Türk milleti aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!

Mustafa Kemal, 1927[54]

 

Lozan Antlaşması pek çok sorunu ortadan kaldırdığı gibi, azınlıklar meselesine de bir çözüm getirmişti. Azınlıkların Türkiye vatandaşı kabul edilerek Türklerle aynı haklara sahip olmaları, nüfus mübadelesinin yapılması, patrikhanenin dinsel yetkileriyle Türkiye’de kalması, azınlık okullarının Türkiye’nin vereceği hükümlere uyması gibi alınan kararlar meselenin çözümünü getirmiştir. Gerek Anadolu’da azınlıkların yaşadıkları sorunlar gerekse gayrimüslim unsurların mütareke yıllarında yaşattıkları sıkıntılar Lozan’la aşılmaya çalışılmıştır. Lozan Antlaşması’nda azınlıklar konusunun incelendiği bu çalışma, sorunun çözümünde güçlükler yaşandığını da kanıtlamaktadır. Mübadele kararı ve sonrasında İstanbul’da kalan Rumların durumu bu açıdan dikkat çeken ilk konu olmaktadır.

Sonuç itibariyle günümüzde geçerliliğini sürdüren bu antlaşma, Türkiye’deki azınlıklar sorununun halledilmesinde bir milat kabul edilebilir.

.

KAYNAKÇA

 

 

-          Akbıyık, Yaşar, “Lozan Antlaşması”, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Cilt I, 3.baskı, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2004.

 

-          Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, 17.baskı, Alfa, İstanbul 2007.

 

-          Aydemir, Şevket Süreyya, İkinci Adam, Cilt I, 14.özel basım, Remzi Kitabevi, İstanbul 2011.

 

-          Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, Cilt III, 26.özel basım, Remzi Kitabevi, İstanbul 2011.

 

-          Beyoğlu, Süleyman, “Tam Bağımsızlığa Giden Yol”, İmparatorluktan Ulus Devlete Türk İnkılap Tarihi, Editör: Cemil Öztürk, Pegema Yayıncılık, Ankara 2005.

 

-          Çetinoğlu, Oğuz, “24 Temmuz 1923”, Kronolojik Kültür-Sanat-Tarih Ansiklopedisi, Cilt 3, BilgeOğuz Yayınları, İstanbul 2008.

 

-          Demirci, Sevtap, Belgelerle Lozan, Alfa Tarih, İstanbul 2011.

 

-          Giritli, İsmet, “Lozan Kahramanı İnönü”, Lozan'ın 50.Yılına Armağan, Editör: Nihal Uluocak, Fakülteler Matbaası, İstanbul 1978.

 

-          Hacaloğlu, Gülden, Türk Dış Politikasında 50 Yıl Lozan, Dışişleri Bakanlığı Yayınları, Ankara 1973.

 

-          İnönü, İsmet, İsmet İnönü'nün Hatıraları Lozan Antlaşması, I.Cilt, Yenigün Haber Ajansı Baskı ve Yayıncılık, İstanbul 1998.

 

-          İnönü, İsmet,  İsmet İnönü'nün Hatıraları Lozan Antlaşması, II.Cilt, Yenigün Haber Ajansı Baskı ve Yayıncılık, İstanbul 1998.

 

-          Keskin, Funda, “Azınlıklar Konusu”, Yaşayan Lozan, Editör: Çağrı Erhan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2003.

 

-          Karacan, Ali Naci, Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, İstanbul 1943.

 

-          Nur, Rıza ve Grew, Joseph C., Lozan Barış Konferansı’nın Perde Arkası, Örgün Yayınevi, İstanbul 2003.

 

-          Özbay, Turgut,  Lozan’dan Sevr’e Türkiye, Anı Yayıncılık, Ankara 2004.

 

-          Özel, Mehmet ve Eroğlu, Hamza, 70.Yıldönümünde Lozan, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1993.

 

-          Öztürk, İbrahim Sadi, Mondros, Sevr, Lozan Antlaşmaları, Ankara Ticaret Odası Yayınları, Ankara 2000.

 

-          Sonyel, Salahi, Gizli Belgelerle Lozan Konferansı’nın Perde Arkası, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2006.

 

-          Şimşek, Halil, Lozan’ın Getirdiği Statü ve Türkiye’de Azınlıkların Durumu, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara 2006.

 

-          Uçarol, Rifat, Siyasi Tarih, 7.basım, Der Yayınları, İstanbul 2008.

 

 

 




 
  Bugün 12 ziyaretçi (12 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol