1-GİRİŞ
MÖ. 550-280 yılları arasındaki devirde bütün Çin felsefesinin ve cemiyet nizamının esası kurulmaktadır. MÖ. 771 yılından sonra, hükümdar siyasi iktidarını kaybedip yalnız dini iktidarı elinde tuttuğu zaman, alimlerin nüfuzları artmıştır. Bunlar, adetler, kurbanlar ve bütün merasimlerin mütehassısları sayılıyorlardı. Chou sarayında gittikçe artmakta olan din törenlerinin böyle adamlara ihtiyacı artmakta idi. Münferit derebeyler, böyle alimleri yanlarına celp ederek çocuklarına ders verdiriyor, kurbanları ve merasimleri idare ettiriyordu. Çin’in en mühim filozofu Konfüçyüs bunlardan biri idi.
Ortaya koyduğu düşünceler ile insanlık ve dinler tarihinde önemli bir sayfa açtı. Savunduğu fikirler, sonraki yüzyıllarda siyasal ve ideolojik pek çok gelişmeyi etkiledi. Bu çalışmada Çinli bilginin hayatı, fikirleri ve dinsel öğretileri ele alınmıştır.
Bu çalışma yürütülürken dikkat çekici noktalardan biri pek çok felsefeyle ilgili kaynakta Konfüçyüs’le ilgili bilgi bulunmaması ya da çok az bulunmasıdır. Bir yönüyle ‘felsefede Yunan ekolü’, kaynakları ağırlıklı olarak meşgul etmiştir. Bu durum Çin medeniyetine ait değerlerin Avrupa kültürünün önüne geçemediğini ya da geçirilmediğini akıllara getirmektedir.
Bu çalışmada Konfüçyüs’ün hayatı fikirleriyle birlikte incelenmiştir. Araştırma sırasında gerekli kaynaklara ulaşılmasıyla ilgili herhangi bir sorun yaşanmamıştır. Bu çalışma esnasında İSAM Kütüphanesi, Barbaros Kütüphanesi, Yeditepe Üniversitesi Kütüphanesi, Marmara Üniversitesi Kütüphanesi ve Atatürk Kitaplığı’ndan faydalanılmıştır. Bu çalışma, tutarlı ve bilimsel esaslar dahilinde yapılmaya çalışılmıştır.
2-KONFÜÇYÜS’ÜN HAYATI
Konfüçyüs hakkındaki bilgiler, çok yerde efsaneyle karışmış olduğu gibi; gerçek yaşamıyla ilgili olanların bazıları da abartılar ve yakıştırmalarla bulandırmıştır. Bu bakımdan büyük filozofun yaşam öyküsünü anlatırken yanılgılara düşmemek olanaksızdır.
Bugünkü Shandong yarımadasının, Huang-Ho (San Nehir) yakınındaki Tsow bölgesinde; MÖ VI. yüzyılda, küçük bir prenslik bulunuyordu. Egemen olduğu kentin adıyla Lu Prensliği ismiyle anılan bu küçücük devletçik, aslında, sıradan bir derebeyliğinden başka bir şey değildi. Kentte yaşayan, Şuh Liang Hein Kung ise iki metre boyunda, geniş omuzları ve iriyarı vücuduyla tam bir devi andırıyordu. Çok eski bir kralın soyundan gelen Kung; bu küçük Prensliğinin Tsow bölgesini yönettiği gibi, olağanüstü gücü ve korkusuzluğuyla da ünlüydü. Ama katıldığı bir savaşta düşmanlar tarafından sıkıştırılınca; mahsur kaldığı kalenin cümle kapısını yerinden söküp kalkan gibi kullanarak, rakiplerini perişan etmesiyle daha da ünlenmişti. Ne var ki; bölgenin bu yiğit askeri, 9 kızı olmasına karşın yıllarca bir erkek çocuk hasretini çekmişti. Karısı Ching Tsai ona ancak iyice yaşlandığında bir oğlan doğurabildi. Öyle ki Kung, bu mutluluğu tattığı MÖ 551 yılında artık 70 yaşlarına gelmiş bulunuyordu. Ama ne kadar geç olursa olsun, tattığı sevinç yine de pey büyüktü. Doğumuyla yalnızca Kung’lara değil, bütün Lu kentinin insanlarına mutluluk getiren bu bebeğe Chiu adı verilmişti.
Chiu, 551 yılında Shantung eyaletinde, Lu derebeyliğinde doğmuştu ve Shang sülalesinin papazlarından gelen bir ailenin oğlu idi.
Kung’ların bu mutlu anları fazla uzun süremedi. Dev baba, doğumundan üç yıl sonra, küçük oğlunu öksüz bırakarak yaşama veda etti. Onun için Chiu’yu büyütmek şimdi çaresiz bir yalnızlık içindeki annesi Ching Tsai’ye kalmıştı. Kung’lar aslında, Sung kentinden soylu bir aile idiler. Ne çare ki; “Savaşan Devletler” döneminin karmaşa ve toplumsal felaketleri nedeniyle servetlerini kaybederek yoksul düşmüşler ve sonra da, bu her şeylerini yitirdikleri kentlerinden kaçarak, Lu Prensliği’ne sığınmışlardı. Onun için küçük Chiu’nun yetiştirilmesinin bütün yükü dul annenin gayretini bekliyordu. Ama Tsai, bütün zorluklara karşı, olanakların verdiği bütün fırsatları kullanarak oğlunu en iyi şekilde büyütüp eğitmekten geri kalmadı. Gerçekte Chiu da olağanüstü zeki bir çocuktu. Öğrenme konusunda büyük yeteneği vardı. Onun için kendisine verilen eğitimi gereği gibi alarak; daha çok küçük yaşlarında bile dikkati çekecek bir olgunluğa erişmekte gecikmemişti. Chiu, çalışmaktan yorulmayan, kendisine verilen hiçbir işi küçümsemeyen bir yapıdaydı. Bir taraftan öğrenimine devam ederken, bir taraftan da ailesinin geçimine katkıda bulunabilmek için kentin parklarında bekçilik yaptığı gibi, zaman zaman çobanlık yapmaktan da yüksünmüyordu. Ama kısa bir süre sonra bu azminin ödülünü de aldı. Yetenek ve çalışkanlığını takdir eden kent valisi onu; Bölge Tarlaları Baş Gözetleyiciliği’ne atadı.
Küçük yaşta babasını yitirmesine rağmen kendi kendini yetiştirdi. Gençliğinde bir süre tahıl ambarlarında bekçilik yaparak geçimini sağladı. 19 yaşında evlendi; bir oğlu ve iki kızı oldu.
Lu kenti; Çin’e ait eski ve değerli birçok kitap ve belgelerin saklandığı büyük kütüphanesiyle ünlüydü. Bu ise genç Chiu’ya bilgisini artırmak yolunda çok kıymetli bir fırsat sunarken aynı zamanda onu okuma ve bilgisini artırma konusunda teşvik de ediyordu. Nitekim bir ara; kendisini müzik, şiir ve edebiyata daha çok verebilmek için, yönetim kademelerindeki işlerinden ayrılmayı bile düşünmüştü. Ne var ki bu düşüncesinin iyice yoğunlaştığı sıralarda, bir çocuğunun dünyaya gelmesi, onu bu hayalinden şimdilik vazgeçmek zorunda bırakmıştı. Çünkü Chiu, istikrarlı bir gelir kaynağını birtakım varsayımlara güvenerek terk edecek kadar sorumsuz insan değildi. İyi bir aile reisi olarak, yüklendiği sorumluluklarını idrak eden gerçek bir Çin Beyefendisiydi. Ama bütün bunlara karşın; Chiu, bilim ve edebiyat alanındaki çalışmalarını yine de yoğunlaştırmaktan vazgeçmemişti. Hatta giderek sahip olduğu bilgisi ve yetenekleriyle çevrede dikkat çekmeye başlayınca; tanıyanlarının ısrarları üzerine, öğretmenliğe başlamakta da duraksamamıştı. Öyle ki kısa zaman sonra, kalabalık bir genç öğrenci grubuna sahip olmuş ve giderek bu uğraşılarını yeni bir okul açmak suretiyle kurumlaştırmak yoluna gitmişti. Nitekim geçen kısa bir sürenin ardından Chiu’ya gösterilen ilgi artık bir hayranlığa dönüşmüş bulunuyordu. Geniş bir çevreye ünü yayılmış, öğrenci sayısı dikkati çekecek kadar artmıştı. Dahası, kilometrelerce uzaklıktaki kentlerden gelen yüzlerce ziyaretçisi, çözümleyemedikleri sorunları konusunda ondan öğüt almak için sıra bekliyordu. Hatta zamanla bu bilgelik ünü daha da artıp adeta bir efsane haline gelince, hayranları artık onu; “Kung Fu Tse” yani; “Kung Usta” ismi vererek onurlandırmışlardı.
Çocukluğundan beri okumaya düşkün olan Konfüçyüs, daha sonra bir okul kurarak, yaşamının büyük bölümünü öğrencilerine eski Çin felsefesine dayalı ahlak ve yönetim anlayışını öğretmekle geçirdi. 50 yaşın üzerindeyken önemli bir devlet görevine getirildi, ama ilkelerini uygulama alanı bulamayacağını anlayınca bu görevden ayrıldı. 13 yıl boyunca, öğretisini uygulayacak bir yönetici bulmak için Çin’in çeşitli bölgelerinde dolaştı. Umduğunu bulamayan Konfüçyüs sonunda, bazı öğrencilerinin çağrısına uyarak Lu’ya geri döndü ve ömrünün kalan günlerinde öğretmenlik yaptı.
Konfüçyüs derslerini kalabalık sınıflar yerine, küçük gruplarla ya da öğrencileriyle teker teker konuşarak sürdürürdü. Onlara sorular sorar, yanıtları kendilerinin bulmasını isterdi. Kişiliklerini geliştirmeleri, yetkin ve güçlü bir insan olmaları için çalışırdı. Ayrıca, onları insan ilişkileri ve nasıl davranmaları gerektiği konusunda da eğitirdi. 3.000 kadar öğrencisi olan Konfüçyüs’ün öğrencilerinin bazıları önemli devlet görevlerine getirildi. Bunlar, onun öğretisinin devlet yönetiminde etkin olması için çaba harcadılar.
Kung Fu Tse; Latince söylemiyle; “Konfüçyüs” şeklinde telaffuz ediliyordu. Aslında “Kung Soyundan Gelen Filozof” anlamına geliyordu. Ama o Çin’de bu isimle anılırken, sonradan tüm dünyada Latince söylemi olan Konfüçyüs ismiyle tanınmışı. Konfüçyüs; 23 yaşlarına geldiğinde artık ünlü bir bilgin olmuştu. Evi Çin’in birçok değerli bilgininin ziyaret ettiği bir akademi durumundaydı. Büyük Usta, erkek kardeşi, eşi, oğlu, yeğenleri ve sevgili annesiyle birlikte küçük bir aile oluşturmuştu. Ne var ki bu aile, reislerinin şöhrete girdiği o ilk yıllarda, yaşanabilecek acıların en unutulmazlardan biriyle sarsılmıştı. Çocuklarını, onlara babalarının yokluğunun fazla hissettirmeden büyüten becerikli anneleri Tsai’yi kaybettiler. Onun için, ününün iyice yayılmış olmasına hiç aldırış etmeden, bütün işlerini terk ederek, adet olduğu gibi, tam 27 ay sürecek bir yas dönemine girdi. Kamusal görevlerinden ayrıldığı gibi, okulunu da kapattı. Artık yalnızca okuyor, bilgisini artırmak için özellikle Çin tarihini inceliyordu. Konfüçyüs, geleneksel yasını bitirdikten sonra da, memuriyetine dönmedi. Artık iyice sevdiği ve amacını gerçekleştirmekte kendisine en büyük fırsatları sağlayacağına inandığı öğretmenlik mesleğini sürdürmeye karar vermişti.
Alimlerin bilmeleri icap eden bilgiyi elde ettikten sonra, asil ailelerin çocuklarına ders vermeye başlamıştı. Çeşitli defalar yüksek vazifelere girmeye çalışmış, elde ettiği hizmetlerde başarı gösteremediğinden az bir zaman çalıştıktan sonra işten uzaklaştırılmıştı.
Çin toplumunun ince davranışlarında Konfüçyüs öğretisinin payı büyüktür. “Doğuştan soylu olmak gerekmez. Sıradan insanlar da yeterince çalışarak kendilerini yetiştirince üstün insan düzeyine çıkabilirler.” Konfüçyüs, bu öngörüsüne uygun olarak, yetenekli ve kararlı öğrencileri, soylu olup olmadıklarına bakmaksızın, okuluna kabul etti. Böylece, daha sonraki yüzyıllarda, Çin yönetiminde soylu olmayan ama yetenek ve zekasıyla kendini kanıtlamış birçok kişinin yer alabilmesini sağladı. Yaşamının büyük bir bölümünü bir yandaşlar topluluğuna kendi reformcu düşüncelerini öğretmekle geçirdi. Bazı izleyicileri onun sayesinde yönetici görevlere yükselme başarısı göstererek, öğrettiklerini verimli bir biçimde uygulama olanağı buldular.
Larousse onun hayatıyla ilgili ilginç bir değerlendirme yapmaktadır:
Söylendiğine göre, yaşamının sonuna doğru Lu Hükümeti’nde yüksek görevlere getirildi, ancak ilkelerini gerçekten uygulayabilmek bakımından gerekli yetkiyi elde edemediği için istifa ederek köşesine çekildi. Bunun üzerine, devletinin yönetimini kendisine bırakmayı kabul edecek bir senyör bulmak üzere 13 yıl boyunca boş yere dolaştıktan sonra, Lu eyaletine geri dönerek ölünceye kadar orada ders verdi.
Vurgulamak gerekir ki; Konfüçyüs’e gelinceye kadar, Çin’de ancak soylu ve zengin insanlar yeterli öğrenime kavuşabilirlerdi. Halbuki Konfüçyüs, uyguladığı yeni ve devrimci bir yöntemle, öğrenimi halka indirmiş olduğu gibi, onun niteliğini de değiştirerek, sistemini faydacı ve işlevi olan bir yapıya oturtmuştu. Dahası Çin’de öğretmenliği bir serbest meslek haline getiren ve özelleştiren de Konfüçyüs’tü.
Büyük Usta’nın uyguladığı öğretim ve eğitim sistemi eskiye göre son derecede değişik ve özellikle de demokratik bir nitelik gösteriyordu, öyle ki bir kere, alışılmışın dışında, öğrencilerle tek tek ilgilenilen ve onlarla sohbet edercesine yürütülen bir yöntemle yapılıyordu. Üstelik hiçbir imtihana yer de vermiyordu. Örneğin herkese ayrı ayrı konular verilir; öğrencilerden o konuları hazırlaması istenirdi. Daha sonra da aynı konuda öğrencilerle tartışılarak bu konuların işlenmesi yapılırdı. Yapılan çalışmalarda hiçbir zaman dogmatik davranılmaz; öğrencilerle olan tartışmalar sırasında öğretmenin yanlış düşündüğü anlaşılırsa bunun kabul edilmesinden de çekinilmezdi. Konfüçyüs’ün yaradılış itibariyle çok şefkatli bir insan olması, onun önerdiği ve uygulamakta olduğu eğitim ve öğrenim sisteminin belli birtakım hedef ve özellikler taşımasına da neden olmuştur. Öyle ki Büyük Usta’nın yaşadığı dönemin, Çin’in en karışık çağına rast gelmesi, onda halkın çektiği ıstıraplar dolayısıyla büyük acıma duyguları oluşturmuştu. Bunların onun düşün sistemini etkilememesi ise olanaksızdı. Bu bakımdan öğreti ve çalışmalarının büyük bir bölümünü; tüm kargaşalara son verecek ve insanların daha mutlu olmalarını sağlayacak siyasal sistem arayışları oluşturuyordu. Hatta bu amacını gerçekleştirebilmek için, geniş yetkilerle donatılmış bir memurluğa atanması yolunda girişimlerde de bulunuyordu. Ne var ki bu konuda, birtakım geçici fırsatlar elde ettiyse de; yeterli ve tatmin edici bir başarıya ulaşamamıştı.
Nitekim 50 yaşlarındayken; komşu ülke Çung-Tu kentine Başyargıç ve Belediye Başkanlığı yapmak üzere davet edilmiş ve ancak bu görevini kısa bir süre yürütme fırsatı bulabilmiştir. Her ne kadar orada; iyi olanları ödüllendirip kötü olanları cezalandırmak yöntemini uygulamak suretiyle yaptığı çalışmalar; akıllı insanlardan danışmanlar edinerek yürüttüğü yenileştirme çabalarıyla halkın sevgi ve saygısını kazanmış ise de üst yönetim kadrolarının duyduğu kıskançlıklar nedeniyle çalışma süresi bir yıldan fazla uzatılmamıştır. Keza; Konfüçyüs, atandığı bu ilk üst düzey kamu görevinde gösterdiği başarılar nedeniyle daha sonra; Lu kenti prensi ve eski öğrencisi Yang Hom taralından, doğduğu kentin Adalet Bakanlığı makamına da getirilmişti. Ne var ki; Büyük filozofun bu görevindeki çalışmaları da yine aynı hayal kırıklığı ile sonuçlanmaktan kurtulamamıştır.
Alışılmış model ve ölçülerin dışında, yeni tarzda elbiseler diken terzilere, geleneklere aykırı davranmaları nedeniyle çok ağır cezalar (idam gibi) uygulattırdı. Dahası; geleneksel bir düzen kurulabilmesi için, kentte kadınların yolun solunda ve erkeklerin ise yolun sağında yürümelerini emretmek gibi, halkı tedirgin edecek bazı uygulamalara bile başvurdu. Bütün bu önlemlerin; kent ve ülkede belli bir disiplini sağladığı tartışma götürmeyecek bir olguydu ancak yine de tedirginliklere yol açtı.
Yeniden öğretmenliğe başladı. Bütün bunlar olurken zaman çok hızlı bir şekilde akıp gidiyordu. Artık MÖ. 501 yılına gelinmişti. Şimdi Konfüçyüs de elli yaşını geçmiş bulunuyordu. Mücadele için gecikmemesi gerektiğini, sistemini işletmek için fazla bir zamanın kalmadığını düşünüyordu. Onun için elinde kalan tek olanağı sonuna kadar kullanmaya karar vererek; bütün gücünü halkın eğitimi yolunda kullanmaya girişti. Lu’da yeni bir okul daha kurarak, kendini, ortaya koyduğu yeni eğitim ilkelerine göre öğrenciler yetiştirmeye adadı. Bu arada; tarihin çok eski zamanlarında yazılmış ve iyi bir toplumun nasıl kurulacağını anlatan ve ancak şimdi unutulmuş bazı değerli eserleri toplama çalışmalarına da başlamıştı. Bulabildiklerini, herkesin yararlanabileceği bir şekle sokuyor ve çoğalttırarak yayınlıyordu. Ülke büyük bir sefalet içinde bulunuyor; eski değerler gittikçe kayboluyordu. İnsanlar çaresizlik içinde; korkunç bir bunalım yaşıyorlardı. Konfüçyüs bu karmaşa ortamında, insanların iyilikleri için ileri sürdüğü düşüncelerinin uygulanmasını ya da Çin’deki krallardan birinin kendisini düzeni sağlaması için tam ve kesin yetkiyle görevlendirilmesini yıllarca ve umutla beklemişti. Nihayet; uzun uzun düşündükten sonra; kurtuluş için kendisini çağırmak akıllılığını göstermeyen yöneticilerin ayağına kendiliğinden giderek onları kendi yönetim ilkelerini uygulamaya kandırmayı denemeye karar verdi. Esasen, Çin geleneklerine göre; filozof ya da bilim adamlarının, düşüncelerini yaymak için ülke içinde geziye çıkmaları sık sık uygulanan bir durumdu. Onlar bu gezileri sırasında kent kent dolaşırlar ve gittikleri her kentte, uzun bir süre kalıp orada bir nevi okul kurarak; kendi kuram ve düşüncelerini insanlara tanıtmaya ve onları buna ikna etmeye çalışırlardı.
Geziye başladığında 54 yaşındaydı. Sadık öğrencileri kendisini yalnız bırakmamış; hep birlikte yola çıkmışlardı. Çin’i dolaşıyorlardı. Ne var ki; yıllar süren gezisi sırasında, devletinin yönetiminde danışmanlık yapmasını kabul edecek hiçbir kral ya da prens bulamamıştı. Konfüçyüs, umutları kırılmış ve 67 yaşına basmış yaşlı bir insan olarak Lu’ya geri dönmek durumunda kalmıştı. Yurduna dönüşünden kısa bir süre sonra; yeni Lu Prensi ona, yıllardır umutla beklediği prens danışmanlığını bile önerdi. Ama artık onun için bu öneri geç kalmış bir fırsattı. Bu bakımdan Prensin bu lütfünü kibarca reddetti. Bütün amacı; doğruluktan şaşmayan insanların hocası olmaktı.
Konfüçyüs, her ne kadar istediği reformları gerçekleştirmek için bir yönetici olarak saraylara çağrılmayı başaramamışsa da; eğitim konusundaki amaçlarına erişmekte tümüyle muvaffak olmuştu. Çünkü onun ölümünden sonra, yetiştirdiği öğrencileri; Çin yönetiminde en etkin konumlara ulaştılar, öyle ki Konfüçyüsçülük; Çin’e damgasını vurup onu şekillendiren bir felsefe ve giderek de yaygın din haline geldi. Ne var ki ölümünden hemen 2 sene sonra yani yaklaşık MÖ 477 yılında; Konfüçyüs’ün ün ve saygınlığı artık hiç kimsenin yadsıyamayacağı bir düzeye ulaşmıştı. Onun için Lu Prensi de bu değerli insanın anısına kayıtsız kalamadı. Büyük filozofun yıllarca mütevazı koşullar içinde yaşamış olduğu konutunu onartarak 3 odalı bir tapınak haline dönüştürdü.
Hoşsohbet, neşeli, onurlu, başkalarına saygılı, ama kendisine de saygı gösterilmesini isteyen biriydi. Gevezelere güveni yoktu. Eleştiride akılcıydı. Bilmediği şeye bilirim demezdi. Alçakgönüllüydü ve kendisine büyük güveni vardı. Kendisini büyük göstermek için başkalarını asla küçümsemezdi. Gençlerin fikirlerine önem verirdi. Müzik ve eğlenceden hoşlanırdı; kendi de flüt çalardı. Uygun olan her türlü eğlenceyi onaylardı. “Eğlence, yalnızca istenen bir şey değil, insan hayatında gerekli olan bir şeydir” derdi.
3-KONFÜÇYÜS’ÜN FELSEFESİ ÜZERİNE
Çin’de Konfüçyüs pratik bir bilgelik arayışı içine girmişti. Onun felsefesi de sadece sosyal ve politik meselelerle, doğru ve adil yönetim gibi konularla, aile ve toplum değerleriyle ilgili oldu. O, gerçekten de hep uyumlu ilişkiler, önderlik ve devlet adamlığı üzerine konuştu; kişinin kendisini sorgulamasından, dönüştürmesinden, başkalarına ilham vermesinden ve erdemli biri olmak için sergilemesi gereken çabalardan söz etti. Bu yüzden, onun kurduğu felsefe geleneği, bir devlette düzeni egemen kılmayı bilen insanın nasıl yetiştirileceği sorununa çözümler getirirken, erdemi en önemli konu yaptı. Zira başkalarını yönetmek önce kendini yönetmek demekti ve erdem de onun gözünde, erdemli olmak isteyen insanın her zaman daha çok geliştirmesi gereken bir iç nitelikler bütünüydü.
Konfüçyüs’ün esas ilgisi “üstün insan” ve “iyi düzenlenmiş” toplum oldu. O, bu yüzden geçmişten radikal bir kopuş içinde, bütünüyle yeni bir ideal ortaya koydu. Bu ideal de bilge, güçlü ve cesur olan bir insan idealiydi. Üstün insan, çıkar duygusunun değil de doğruluk ve adaletin harekete geçirdiği, insanları seven insan olmak durumundaydı. Şöyle diyordu: “Güçlü kişi, zayıf yanını herkesten iyi bilendir; daha güçlü olan kişi ise zayıf yanına hükmedebilendir.”
Konfüçyüs’ün izleyicileri bilge kişinin, kişiliğini işleyerek çevresine bir düzen ilkesi yaydığı düşüncesini geliştirdiler. Bu ilke, adım adım ilerleyerek bireyden tüm evrene yayılır. İnsanın, bu tanrısal düzen ilkesine (dao) uyması, ondaki uyumu yansıtmak için onu tanımayı öğrenmesi ve eskiden yaşamış büyük adamları ve bilgeleri kendine örnek alması gerekir. Kişiyi yetkin bir insan yapan başlıca Konfüçyüsçü erdemler, hemcinslerimize yardım etmemizi sağlayan sevgi (ren) ve başkalarının mallarına saygı duymayı ve herkesin toplumsal konumunu göz önünde tutmayı sağlayan hakseverliktir. Konfüçyüs’e göre bilgelik, çalışıp öğrenmekle, düşünmekle ve çaba harcamakla elde edilir. Böylece, bireysel üstün insan (cunzi) idealine varılır. Bu, sakin ve erdemli, bilge, dürüst, güvenli, tanrının ne istediğini bilen ve hiç karşı gelmeksizin “onun hoşuna gidecek şeyi yapan’’ insandır. Halkları yönetenler de, ülkelerinde düzenin egemen olmasını istiyorlarsa, bu üstün insan idealine ulaşmaya çalışmalıdırlar.
Konfüçyüs, yaşı büyüdükçe bütün bu duygularını daha da açıklıkla fark etmeye başlamıştı. Kendisi de katlandığı için sefalet çekenlere acıyor, onların dertlerine çareler aramayı daha zorunlu bir görev olarak görüyordu. Acıma duygusu onda derin bir sevgi hali yaratmıştı. Onun içindir ki, çektiği bunca acıya karşın, hiçbir zaman içine kapalı, karamsar, mistik ve hayalci olmadı. Tam tersine; yobazlığı, dervişliği, ermişliği şiddetle kınıyordu: “İyi insan derviş olamaz. Çünkü onun birçok komşuları vardır” diyordu. Çaresizliklerini kaçınılmaz görerek, ezilmeyi ve katlanmayı asla kabul etmemişti: “Kötülüklerden kaçmakla, insan onu iyi hale getirmeye hizmet etmiş olamaz. Eğer bütün insanlar iyi ve mutlu olsaydı, onları doğru yola getirmek için benim gayret sarf etmeme ihtiyaç olmayacaktı. Bir tehlike ortaya çıkınca bırakıp kaçmak değildir insanın görevi. Doğruyu görmek, sonra da onu yapmamak korkaklıktır.”
Konfüçyüs’ün öğretisi bir din olmaktan çok, ahlaka dayalı bir yaşam biçiminin ilkeleridir. İnsanlara bilgili, erdemli, saygılı, insancıl, dürüst ve içten olmalarını öğütleyen Konfüçyüs, devlet yönetiminde de aynı ilkelerin geçerli olması gerektiğini savundu. Yöneticiler, bilge ve hak tanır kişiler olmalı, halkla ilişkileri karşılıklı saygı ve sevgi üzerine oluşturmalıydı.
Onun düşündüğü yeni toplum düzeninde seçkinler ve avamdan meydana gelen iki eşitsiz sınıf bulunmakla birlikte; bu eşitsizlik, alt sınıf insanlarına yeterli gayreti gösterdikleri takdirde bir üst sınıfa yükselebilme fırsatı verdiği için, yine de yeni ve güçlü bir umut kaynağı olmaktaydı. Ayrıca yetersiz, yetenek siz ve layık olmayan kimselerin belli bir soydan gelmekle haksız olarak seçkinler sınıfına girmesini önlemek gibi de bir düşünceye sahip bulunuyordu. Kuşkusuz ki bu anlayış; soyluluğa yeni bir tanım ve anlam vermek bakımından çok büyük bir önem taşımaktaydı. Konfüçyüs bu yeni toplum görüşüyle; toplumun tepesinde bulunan üst sınıfın soylu olmakla seçkin olduğunu, ancak soyluluğun belli bir aileden gelmekle değil fakat üstün bir kişilik sahibi olmakla kazanılabileceğini ortaya koymuştu.
Konfüçyüs'ün, devletle uyrukları arasında; yurttaşların devlete itaat etmesi ve devletin de buna karşılık onları iyi yönetmesi hususunda bir anlaşmanın varlığını ileri süren “Toplum Anlaşması” teorisine katıldığı da anlaşılmaktadır. İşte bu nedenlerledir ki Büyük Usta; hem devletin ve hem de uyruklarının bu anlaşmaya uygun davranmak zorunda olduklarını ve taraflardan birinin bu anlaşmaya aykırı hareket etmesi halinde toplumsal varlığın yıkılacağını önemle vurgulamaktan geri kalmamıştır. Yine Konfüçyüs; doğru ve ahlaka uygun hareketin doğal yasalara uymakla elde edilebileceğini ileri sürerek; gerek devletin ve gerekse de uyrukların TAO'yu hedefleyip ona uygun davranmaları halinde; siyasal ve sosyal esenliğin kendiliğinden kurulacağını ve bunun için de uyrukların ve devlet yöneticilerinin “Üstün İnsan” olabilmek çabası göstermelerinin zorunlu ve yeterli olduğunu bildirmiştir.
Konfüçyüs’e göre, felsefeden nasibini almış eğitimli insanların dokuz düşüncesi vardır. Onlar,
1. Baktıklarında berrak görmeyi düşünürler,
2. Dinlediklerinde, duyduklarını iyi anlamayı gözetirler;
3. Görünüşleri yönünden sıcak olmayı hedeflerler;
4. Davranışlarında saygılı olmayı düşünürler,
5. Konuşmalarında doğru olmayı amaçlarlar,
6. İşlerinde ciddi ve çalışkan olmayı isterler,
7. Kuşkuya düştükleri zaman, sorularını nasıl soracaklarını ölçüp biçerler,
8. Öfkelendiklerinde, sorunları düşünürler;
9. Kazancı gördüklerinde, adaletli düşünürler.
Ona göre karı koca, anne baba ile çocuklar ve kardeşler arasındaki sevgi toplumun temelini oluşturur. Ayrıca dostlar ve yöneticilerle yönetilenler arasındaki sevgi bağı da toplumun düzeni ve birliği için gereklidir.
“Bir iyiliği, bu dünyada mükafatını göreceğimiz için değil, ama sadece iyilik için yapmaktan haz ve sevinç duyduğumuz için yapmak, iyiliği sevmektir. Sevginin mükafatı yine sevgidir.”demektedir.
Konfüçyüs, zamanın düzensizliklerinden hareketle, insanların nasıl mutlu olabileceğini araştırırken, teori ve ütopik düşüncelerden uzak, yalnız insan ve insani işlerle ilgilenmişti. Onun temel amacı; insanı iyi muhakeme etmeye, meramını iyi bir şekilde anlatmaya yarayacak ve yine insanları iyi yaşamaya yönlendirip, iyi yaşamayı da olanaklı kılacak bir düzen kurabilmekti. Bu amaçla insanı yalnız ve çevresinden kopuk olarak değil de; ailesi ve toplumu içinde devletiyle ilişkilerini de göz önünde tutarak değerlendirme ye çalışmıştı. Bütün bu çalışmalarının ise onu siyaset ve toplumbilim konularını incelemeye ve insanı bu oluşumlar ve Çin toplumunun koşulları bağlamında ele almaya götürmüştü.
Konfüçyüs, yeni bir din yaratmak yerine unutulmuş eski gelenek ve değerleri yeniden canlandırmayı amaçladı. Çin’in altın çağı olarak düşünülen çok eskiçağlardan bu yana Çinliler evrensel bir güç olarak Tian’a (Gök, Cennet) bağlıydı. Ama tapınma ve törenlerin yozlaştığını düşünen Konfüçyüs, dinsel alanda bir reformun gerekliliğini de savundu. Konfüçyüs’ün öğrencilerinin ve izleyicilerinin derlemiş olduğu “Konfüçyüs klasikleri” olarak bilinen kitaplar, Çin’de yüzyıllarca eğitim ve öğretimin temel kitapları oldu ve devlet görevlileri bu öğretiyle yetişti.
4-DİNSEL BİR ÖĞRETİ OLARAK: KONFÜÇYÜSÇÜLÜK
Sonradan bir çeşit din niteliğini alan Çinli düşünür Konfüçyüs’ün törebilimsel öğretisidir. Batıda Konfüçyüs adıyla tanınan Kong Çeu (İ.Ö. 551-479)’nun öğretisi Çin felsefesinde çok önemli bir yer tutar. Çin İmparatorluğu’nun resmi felsefesi olmuş ve 1912 yılına kadar okullarda öğretilmesi zorunlu kılınmıştır. Bundan başka bir din niteliğine ulaşmış ve uzak doğunun birçok ülkelerine yayılmıştır. Gerçekte, aynı çağda yaşayan Yunan düşünürü Sokrates gibi, kurulu düzeni pekiştirmek ve bu düzene saygın vatandaşlar yetiştirmek amacını güder.
Konfüçyüs’e göre bütün insanlar küçüğün büyüğe göstermesi gereken saygıyla büyüğün küçüğe göstermesi gereken sevgiye ölçüt olarak ana baba-evlat ölçütünü kullanmalıdırlar, insanların birbirlerine karşı görevlerinde ölçüt bu olmalıdır. Bir hükümdarın uyruklarına ve uyrukların hükümdara karşı görevleri babanın çocuklarına ve çocuğun ana babasına karşı olan görevi gibidir. Böylece Konfüçyanizm’de gök dini, aile sistemi ve devlet sistemi bir birlik haline gelmiştir. Konfüçyüscülüğe sistemleştirilmiş ve arıtılmış sinizm (geleneksel Çin dini) de denir. “Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” törebilimsel kuralını da ilkin ortaya atan Konfüçyüs’tür.
Konfüçyüsçülük, Konfüçyüs’ten sonra Mencius (Mıngdzı) tarafından geliştirilmiştir. Han’Iar zamanında Çin İmparatorluğu’nun resmi dini olan Konfüçyanizm koyu bir biçimciliğe dönüştürülmüş ve imparator göğün oğlu olarak bu dinin başrahibi olmuştur. Göğe ve yere tapma ilkesi de bu sırada Konfüçyüsçülüğe sokulmuştur. Büsbütün metafiziğe dönüştürülen ve tapım kuralları saptanan bu resmi dinin egemenliği 1912 devrimine kadar yüzyıllarca sürmüştür. XII. yüzyılda Konfüçyüsçü bilgin Çu Hsi’nin geliştirdiği bu koyu metafizik Çuhsizm ya da Yeni Konfüçyanizm adıyla anılır. Bu din Japonya’da da özellikle XVII. yüzyılda, resmi bir tapım niteliğini kazanmıştır. Çu Hsi’nin reformu Konfüçyüsçülüğe Budacılık ve Taoculuğu da karıştırmıştır.
Konfüçyüsçülük ile Taoizm, birçok değişikliklere uğradıkları ve zenginleştikleri halde, Konfüçyüs’ün yaşadığı çağlardan yirminci yüzyıla dek önemli bir kesintiye uğramaksızın, benzeri görülmemiş ölçüde kararlı düşünce biçimleri olarak varlıklarını sürdürdü. Başka hiçbir kültürel gelenek böylesine uzun ömürlü olmadı ve böylesine çok sayıda insanın yaşamını yönetmedi. Çin’in öteki yüksek kültürlerden bir dereceye kadar yalıtılmış olması, bu kararlılığın sağlanmasında yardımcı oldu. Fakat bu uzun ve parlak başarısının asıl nedeni, Çin yaşam biçiminin içinde saklı olan sağduyuyla inceliği birleştiren çekiciliğidir.
Konfüçyüs ruhlar dünyası hakkında düşünceler geliştirmekten açıkça kaçındı. Onların varlıkları ve güçleri hakkında hiçbir zaman kuşkuya düşmedi; ama insanların yaşamının böylesine kargaşa ve düzensizlik içinde olduğu bir dönemde, Gök’ün ve ata ruhlarının gizemleri gibi incelenmeye elverişli olmayan konuları bir yana bırakıp dikkatini olayların insanlarla ilgili yönlerine yöneltmeyi yeğledi. Tanrıların nitelikleri ve güçleri üzerine boş yere düşünceler kurmaktansa, geçmişin iyi insanlarının Gök’le ve atalarla ilişki kurdukları geleneksel törenleri öğrenmek daha iyiydi. Konfüçyüs’ün öğrencileri, onun sözlerini yazdılar; bu yazıları belki de düzenlenmiş bir biçimde, saygıdeğer üstatlarının bilgeliği olarak sonraki çağlara geçirdiler.
Konfüçyüs’e göre “Hükümdar fili olarak gündelik siyasete karışmamalıdır, gök gibi bir örnek olarak tesir etmelidir; merasimlere göre hareket etmeli, bütün kurbanları ritlere göre vermeli, o zaman dünya yüzünde her şey yolunda gidecektir.”
Çin’in en büyük düşünürü olan Konfüçyüs’ün (İÖ 551-479) öğretisi Çin’in yanı sıra bütün Doğu Asya uygarlıklarını da etkilemiştir. Çin halkının yaşam biçimi, davranış kuralları ve inançları 2.000 yıldan uzun bir süre Konfüçyüsçülük olarak anılan bu öğretiye göre biçimlendi.
Eberhard’a göre ona bir din kurucusu denemez, çünkü onun bahsettiği ve şart koştuğu gök dini, ondan önce de aynı şekilde mevcuttu. O, bu fikirleri ilk defa sistemleştiren adamdır. Hayatta iken hiçbir başarı kazanmamış ve takdir edilmemiştir. Hatta kendi talebeleri ve talebelerinin talebeleri de onu pek fazla takdir edememişlerdi. Akidesi, ancak çok sonra ehemmiyet kazanmıştır. Hasımları, onun çok müthiş bir siyasi entrikacı olduğunu, bir derebeylikten diğerine gittiği zaman derebeylerini birbirleri aleyhine kışkırttığını ve bunu, iktidar sahibi olmak için yaptığını, iddia ederler. Bunların bir kısmının doğru olması muhtemeldir.
Bir anarşi ve adaletsizlik döneminde yaşayan, sefaletin ve çekilen genel sıkıntının acısını duyan Konfüçyüs, tek çözümün, aydınlanmış önderler tarafından gerçekleştirilecek ve sorumluluk sahibi memurlar tarafından uygulanacak kökten bir yönetim reformu olduğunu anladı. Bununla birlikte idarede bizzat önemli bir görev elde etmeyi başaramadı ve hayatını eğitime verdi, özel eğitmenlik mesleğini ilk yapan o oldu. Çok sayıdaki öğrencisinde kazandığı başarıya karşın, Konfüçyüs ölümünden kısa bir süre önce misyonunda tam bir başarısızlığa uğradığı inancındaydı. Ama öğrencileri onun öğretisinin özünü kuşaktan kuşağa aktarmayı başardı ve ölümünden 250 yıl sonra, Han hanedanı hükümdarları Konfüçyüsçüleri imparatorluğun idaresiyle görevlendirmeye karar verdiler. O tarihten itibaren, iki bin yılı aşkın bir süre kamu hizmetlerine üstadın öğretisi rehberlik etti.
Yazılı hiçbir şey bırakmayan Konfüçyüs öğretisi, öğrencilerinin ders, konuşma ve söylevlerinden derlediği kitapta bir araya toplanmıştır.
Konfüçyüs, sözcüğün tam olarak bir dinsel önder değildir. Düşünceleri genellikle felsefe tarihleri içinde incelenir. Ama ister dolaylı ister doğrudan olsun Konfüçyüs, Çin dinini derinden etkilemiştir. Nitekim onun ahlaki ve siyasi reformunun kaynağı dinsel niteliktedir. Zaten hiçbir önemli geleneksel fikri, ne taoyu, ne gök tanrısını, ne de atalar dinini reddetmez. Üstelik ritüellerin ve töreye uygun davranışın dinsel işlevini yüceltir ve onlara yeni değerler yükler.
Konfüçyüs’ün geliştirdiği ahlaki ve siyasi reform, ‘bütünsel bir eğitim’, yani sıradan bireyi ‘üstün kişi’ye dönüştürme gücüne sahip bir yöntemdir.
Konfüçyüsçülük 19. yüzyılda batı kültürü ne ve düşüncelerine açılan Çin’de, yaşam biçimi ve düşünce sistemi olarak eski önemini yavaş yavaş yitirdi. Ama Çin kültür ve geleneklerinin temelinde hala varlığını korumaktadır.
5-KONUŞMALAR’DAN BİR BÖLÜM
Komşulara Karşı Erdem Sahibi Olmak
I-Üstat dedi ki: “Erdemli davranışlar, komşuluğu iyi kılar. Bir kimse erdemin egemen olduğu bir yerde kalmak istemezse, o kimse akıllı kabul edilebilir mi?”
II - Üstat dedi ki: “Erdemli olmayan kimseler, uzun zaman yoksulluğa, sıkıntıya ve eğlenceye karşı koyamazlar. Erdem, erdem içinde yer alır. Akıllı olanlar bunu ararlar.”
III-Üstat dedi ki: “İstenç, erdemin üzerine kurulursa nefret uyandırıcı davranışlar olmaz.”
IV-Üstat dedi ki: “Gerçekten erdemli olan bir kişi başkalarını sevebilir ya da onlardan nefret edebilir.”
V-Üstat dedi ki: “Zenginlik ve onur, herkesin istediği şeylerdir. Bunlar doğru bir yolda kazanılmazsa, pek çabuk yitirilir. Yoksulluk ve düşkünlük insanların nefret ettiği şeylerdir. İnsanlar dürüst davranmazlarsa, bunlardan kendilerini sıyırmalarının olanağı yoktur.”
-“ ‘Büyük ve üstün insan’ erdemden uzaklaşırsa, o iyi bir ün kazanabilir mi?”
-“ ‘Büyük ve üstün insan’, iki yemek arasında bile erdeme aykırı davranamaz. İvedi anlarında bile ondan ayrılmaz ve tehlikeli zamanlarında da onu bırakmaz.”
VI- Üstat dedi ki: “Erdemi seven birini henüz görmedim. Erdemden hoşlanmayan bir kimseden nefret edene daha rastlamadım; erdemli bir kimse, bundan başka şeye değer vermez. Erdemli olmayandan nefret eden kimse, kendisine erdemsiz birinin yaklaşmasına engel olacak yolda erdemi yerine getirecektir.”
- “Bir kimse, bir gün gücünü erdem için kullanabilecek mi? Onun gücünün bu yolda yeterli olmadığını hiçbir zaman görmedim.”
- “Böyle bir olay olabilir; ama ben görmedim.”
VII- Üstat dedi ki: “İnsanların yanlışları, sınıflarının özelliğidir. Bir insanın yanlışını görmekle, onun erdemli olduğunu anlayabilirsiniz.”
VIII- Üstat dedi ki: “Bir kimse, sabahleyin Tao’yu işitse, akşamleyin yazıklanmadan ölebilir.”
IX- Üstat dedi ki: “Tao’su olan bir bilgin, kötü giysilerinden ve tatsız tuzsuz yemeklerinden dolayı utanç duyuyorsa, bu kimseye önem vermeye değmez.”
X- Üstat dedi ki: “ ‘Büyük ve üstün insan’ dünyada bir şeye karşı ne düşkünlük gösterir, ne de onu küçümser. O, doğru olan şeyi izler.”
XI - Üstat dedi ki: “Büyük ve üstün insan erdemi, küçük insansa rahatını düşünür. ‘Üstün insan’ yasalar konusunda kafasını çalıştırır; küçük insansa kendi çıkarını aramaya bakar.”
XII- Üstat dedi ki: “Hep kendi çıkarını göz önünde tutmaya çalışan kimse, pek çabuk düşman kazanır.”
XIII- Üstat dedi ki: “Ülke, toplum düzenlerine göre ve içtenlikle yönetilirse, bir karışıklık çıkabilir mi? Ülke içtenlikle yönetilirse, toplum kurallarına gerek kalır mı?”
XIV- Üstat dedi ki: “Yüksek bir konumda bulunmadığından dolayı telaşlanma. Asıl o konuma uygun olup olmayacağından dolayı endişe et.”
XV- Üstat dedi ki: “Shan, benim öğretim her yeri kapsar.” Öğrencisi Tsang yanıt verdi: “Evet”
- Üstat dışarı çıktı, öğrencileri birbirine sordu: “O, bu sözleriyle neyi anlatmak istedi?” Tsang şu yanıtı verdi: “Üstadımızın öğretisi bağlılık ve iyilikseverliği içine alır.”
XVI- Üstat dedi ki: “ ‘Büyük ve üstün insan’ yalnızca doğruluğu, küçük insansa yalnızca çıkarını düşünür.”
XVII- Üstat dedi ki: “Değerli bir insan gördüğümüzde, onun gibi olmayı düşünmeliyiz. Değersiz bir kimseye rastladığımızda ise, geri dönmeli ve kendimizi incelemeliyiz.”
XVIII- Üstat dedi ki: “Ailenize hizmet ederken eleştirilerinizde incelikli olmalısınız. Sözlerinize aldırış etmediklerini görseniz bile, daha çok saygılı olmayı sürdürün, bu sizi yorsa bile, kızmayın.”
XIX- Üstat dedi ki: “Aileniz yaşıyorken uzak yerlere gitmeyin. Gitseniz bile belirli bir yeriniz olmalı.”
XX- Üstat dedi ki: “Bir kimse üç yıl babasının yolundan giderse, ona ‘anaya babaya bağlı bir kimse’ denir.
XXI- Üstat dedi ki: “Sevinç ve üzüntü anları için, ana ve babanın yaşı kesinlikle bilinmelidir.”
XXII- Üstat dedi ki: “Eski insanlar sözlerinde aşırılığa kaçmamışlardır; çünkü yaptıkları işlerde başarıya erişemeyeceklerinden korkmuşlardır.”
XXIII- Üstat dedi ki: “Büyük ve üstün insan sözlerinde dikkatli, davranışlarında ağırbaşlı olmalıdır.”
XXIV- Üstat dedi ki: “Erdem olduğu yerde kalmamak, komşuları da etkilemeli.”
XXV - Üstat dedi ki: “Sakıngan davranışlarda, pek az yanılgı olur.”
XXVI - Üstat dedi ki: “Hükümdara hizmet ederken, sürekli olarak ona yanlışını söylemek, o kimseyi gözden düşürür. Arkadaşlar arasında kırıcı sözler kullanmak, arkadaşlığın bozulmasına yol açar.”
6-ESERLERİ
Tarihsel bilgilere göre; Konfüçyüs’ün oluşturduğu düşün sistemi için, kendisi tarafından yazılmış bir eser bulunmuyordu. Ama buna karşılık; Konfüçyüsçülük geleneğinde, Büyük Usta’ya mal edilen birçok yapıt vardı. Bu kitaplar da, yüzyıllardır okunup yeniden yorumlanarak, Konfüçyüsçülüğün kutsal eserleri olarak, kuşaktan kuşağa geçmişti.
Konfüçyüs’e ait olduğu söylenen eserlerin hepsi; “Kadim” Çin tarihinin özellikle MÖ. 3000 yıllarında hüküm süren efsaneleşmiş imparatorların işlem ve eylemlerinin derlenmesiyle hazırlanmışlardı. “Çing” ismiyle bilinen bu eserler; doğrulukları tartışılamaz yüce bilgilerin kaynakları olarak kabul edilmekteydiler. Bu kitaplardan:
İ Çing; felsefe bilgisini içeriyordu. Bu eser Konfüçyüs’ün en beğendiği kitaptı. Çinlilerce de olağanüstü önemsenen bu yapıt; geleceği görmek, evrenin gizemini anlamak için başvurulan bir kaynak durumundaydı.
Şi Çing; “Şarkılar kitabı” adıyla da anılıyordu. Doğa, toplumsal düzen ve aşka ilişkin 100 şarkıyı içermekteydi.
Li Çing; “Töreler kitabı” ismiyle tanınıyordu. Töreler, görgü kuralları ve geleneklerin anlatılıp tanıtıldığı bir eserdi.
İlkbahar ve Sonbahar; isimli bu kitap Konfüçyüs’ün de yurdu olan Lu Prensliği’nin MÖ. 722-48 yılları arasındaki tarihi olaylarının anlatıldığı bir günlük şeklindeydi.
Aslında yine Konfüçyüs’ün fikir ve düşüncelerini içeren; Lun Yü (Konuşmalar), Thsüe (Yüce Bilgi) ve Çung Yung (Ölçü-Denge) isimli eserler ise; Büyük Usta’nın ölümünden sonra öğrencileri tarafından derlenmiş kitaplardı.
Konfüçyüs’e ait olmamakla birlikte; onun en ünlü öğrencisi; Meng Tse (Mençiyüs) tarafından hazırlandığı için; bu öğretinin klasikleri sayılan diğer bu eser de “Mençiyüs Kitabı” olarak, ünlü ve kutsal 9 kitaptan biri kabul ediliyordu.
7-SONUÇ
Dünyada ilk medeniyetlerin doğup geliştiği ülkelerden biri de Çin’dir. İlkçağlarda tekerli taşıtlar yapıldı, yazı sistemi geliştirildi ve takvim kullanılmaya başlandı. MÖ’ki yıllarda (221) Çin topraklarını koruma altına alan Çin Seddi yapıldı. Bu dönemde filozof-eğitimci Konfüçyüs yetişti.
Milyonlarca insanı arkasından sürükleme gücüne erişmiş olan Konfüçyüs doğaüstü bir varlık değil, sade bir insandı.
Konfüçyüs’ün düşünceleri genellikle felsefe tarihleri içinde incelenir. Ama ister dolaylı ister doğrudan olsun Konfüçyüs, Çin dinini derinden etkilemiştir. Nitekim onun ahlaki ve siyasi reformunun kaynağı dinsel niteliktedir.
Çin’in ünlü bilgesi sadece yaşadığı yüzyılı değil, sonraki çağları da derinden etkilemiş bir fikir dünyası ortaya koymuştur. Bu dünyanın içinde iyilik, erdem, sevgi gibi kavramlar önem kazanmış, iyi bir toplum oluşturmaya çalışmıştır. Tüm yönleriyle Konfüçyüs araştırmaya, okunmaya ve anlaşılmaya değer bir bilgedir.
KAYNAKÇA
- Anıl, Yaşar Şahin ve Özbek, Şasev, Konfüçyüs, Kastaş Yayınevi, İstanbul 2007.
- Atalay, İbrahim, Kıtalar ve Ülkeler Coğrafyası, 2.baskı, İzmir 2001.
- Benk, Adnan, “Konfüçyüs”, Büyük Larousse, Cilt 13, Milliyet Gazetecilik, İstanbul 1986.
- Cevizci, Ahmet, Felsefeye Giriş, Nobel Yayıncılık, İstanbul 2010.
- Eberhard, Wolfram, Çin Tarihi, 2.baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1987.
- Eliade, Mircea, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Cilt II, Çeviren: Ali Berktay, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2003.
- Hançerlioğlu, Orhan, “Konfüçyüsçülük”, Felsefe Ansiklopedisi, Cilt 3, 4.basım, Remzi Kitabevi, İstanbul 2005.
- Konfüçyüs, Konuşmalar, Alter Yayınları, Ankara 2008.
- Mcheill, William H. , “Çin Uygarlığının Ö.500’e Kadar Biçimlenişi”, Dünya Tarihi, Çeviren: Alaeddin Şenel, 8.baskı, Ankara 2004.
- Tüzün, Gürel, “Konfüçyüs ve Konfüçyüsçülük”, Temel Britannica, Cilt 10, Ana Yayıncılık, İstanbul 1993.