Hangi Tarih
  Nutuk'ta Batılılaşma
 

1.      NUTUK’UN ÖNEMİ VE DEĞERİ ÜZERİNE

 

3 Temmuz 1919’da Erzurum’a gelen Mustafa Kemal, şehrin dışında Ilıca mevkiinde dinlenirken yanlarından geçen muhacir kafilesine denk gelir. Kafilenin başındaki gür beyaz sakallı ihtiyar Mustafa Kemal ile konuşmaya başlamıştır. Paşa, Çukurova’dan köylerine giden köylülere orada geçinemedikleri için mi göç ettiklerini sormuştur. Bu soru üzerine ihtiyar şöyle cevap vermiştir:

“Hayır Paşam, Çukurova cennet gibi bir yer. Bir eken yüz alıyor, Allah millete zeval vermesin. Bize tarla da verdiler, çayır da…Hamdolsun uşaklar da çalışkandırlar. Değil Çukurova gibi bir yerden, taştan bile ekmeklerini çıkarırlar. Geçimimiz padişahta bile yoktur. Çok rahattık. Yalnız son günlerde işittim ki, İstanbul’da ‘ırzı kırıklar’ bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki görem, bu ‘namertler’ kimin malını kime veriyorlar?” cevabını vermiştir. Olayı nakleden Kars mebusu, Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti merkez heyeti azası Cevat Dursunoğlu; tunç çehreli, beyaz sakallı, güngörmüş ihtiyarın inanç dolu göğsünden gelen bu sesin yine onun gibi tunç çehreli kahraman askerin gözlerini yaşarttığını, bu eski Türk kalesine millet işi için milletle beraber çalışmaya gelen büyük devlet adamının yaşlı gözlerle arkadaşlarına “Bu milletle neler yapılmaz!” diyerek vedalaştığını kaydetmektedir.[1] İşte Nutuk, bu Türk köylüsünün ve mensubu olduğu Türk milletinin hem içerideki hem de dışarıdaki düşmanlarına karşı verdiği mücadeleyi ve sonrasındaki çağdaşlaşmasını anlatmaktadır.

Nutuk bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin düşüncede varoluşundan, gerçekte hayat buluşuna ve gelecekteki güvenliğine kadar bütün zamanlarını bir öz olarak, bir belgeli söz olarak anlatan ilk ve asıl kaynaktan doğmuş tek eserdir. Devletlerin ancak milletleriyle var olabileceği şeklindeki tarihi gerçek hatırlanırsa, Nutuk aynı zamanda Türk milletinin varlığını sürdüregelişinin de belgesi durumundadır. Nitekim bu devlet-millet ayrılmazlığı Nutuk’ta da kendisini göstermektedir.[2]

Nutuk, bir kahramanın ve başsız kalmış olup bitecekleri karanlıklar içinde beklemekte olan bir millete, yaşama sırrını ‘milli hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk devleti kurabilme’ kararında saklı olduğunu anlatan bir eserdir. “Ya İstiklal, Ya Ölüm” ilkesinden yola çıkılarak verilen Milli Mücadele safhalarını ve alınan başarılı sonuçları adım adım dile getiren bir eserdir. Yapılan her işte Türk milletinin haysiyet ve şerefinin ön planda tutulduğunun, bütün düşünce ve görüşlerde aklın, mantığın ve ilmin gereklerine uygun bir milli politikanın yer aldığının göstergesi durumundadır.[3]

Nutuk tarih dense tarih değil! Destan dense destan değil! Hatıra dense de yetmez!...[4] Fakat ne olursa olsun hem hepsi hem de hiçbiri! Çünkü, hepsinden izler var!...İşte böyle bir eserin ait bulunduğu alan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Tek sözle belirtmek gerekirse Nutuk, Cumhuriyet’in eserdir. Cumhuriyet de Mustafa Kemal’in en büyük eseri olduğuna göre, Nutuk Mustafa Kemal’in ağzından olmak üzere “anlatan”, Cumhuriyet ise “anlatılan” durumunda kabul edilebilir. Tabii bu cumhuriyet, Türk İstiklal Savaşı’nın iç ve dış düşmanlara karşı yapılması, zaferle sona erdirilmesi, bunun arkasından da eski ve yetersiz yönetim sisteminin değiştirilmesiyle varılan son aşamadır. Milli Mücadele’nin başladığı günlerde, zaman, vatan, millet ve devlette; işgal, isyan, ihanet, gaflet, dalalet ve benzerleri kol gezmekte idi. Bu bakımdandır ki Türk Kurtuluş Savaşı yalnızca işgal kuvvetlerine, sömürgecilere karşı yapılan bir savaş olmak durumunda kalmamıştır. Yine bu bakımlardandır ki Nutuk, genel yapısıyla “nutuk” türünde ise de aslında çok yönlü, çok alanlı bir eserdir.[5] Nutuk aslında bir hesaplaşmadır.

Nutuk, milli bir uyanışın ifadesi olarak bir milletin maddi ve manevi bütün güçlerini harekete geçiren Kuvayı Milliye ruhunun, bir yandan dış düşmanlara karşı koyarken bir yandan da içerideki ihanet çetelerine, iç politikası iflas etmiş ve düşmana boyun eğme politikasının temsilcisi durumuna gelmiş bulunan İstanbul Hükümeti’yle Saray’a karşı verdiği mücadelenin hikâyesidir. Türk milletine, düşmanla boğuşa boğuşa yenilmeyi değil, yenmenin ve zafere ulaşmanın ince yollarını öğreten bir eserdir.[6]

Nutuk, “Ben 1919 senesi Mayısı içinde Samsun’a çıktığım gün elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım…Ben, Türk ufuklarından bir gün behemehal bir güneş doğacağına, bunun hararet ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu adeta gözlerimle görüyordum.”[7] diyen Mustafa Kemal’i, Türk’ün kurtuluşunu, ateşle imtihanını anlatır.

Nutuk konusunda Şevket Süreyya Aydemir’in tespitleri de dikkat çekicidir: “Gazi nutkunda, bu mücadelede yer alan muharebeler zinciri ve bunların hikâyesi üzerinde fazla durmamıştır. Nutkun siyasi bir vesika olmak vasfı, bu suretle tamamlanmaktadır. O; nutukta daha ziyade şartları, siyasi gelişmeleri ve mücadelesini yürüttüğü havayı canlandırmıştır. Kendisini ve eserini bu suretle ortaya sermiştir. (…) Büyük Nutuk, gerçek manasıyla tarihi değerde siyasi bir belgedir. (…) Gazi ölçüsünde bir liderin, kendi harekât ve icraatını, kendi görüş açısından olsa da, böylesine bir belgeler dayanağı ile partisi, milleti ve bütün cihan karşısında gün ışığına vurması, pek de örneği olmayan bir davranıştır. Çünkü hem kendi milleti, hem dünya karşısında olayların böylece değerlendirilmesi, öylesine bir taahüttür ki, böyle bir tahaahüte ancak, hem kendine hem kendi işlerine inanan ve onu kendi gibi inandığı tarihe nakletmek isteyen, cesur bir insan girişebilir.”[8]

 

 

 

 

2.      NUTUK’UN HAZIRLANMASI VE OKUNMASI

 

Mustafa Kemal Büyük Nutuk adlı eserini Cumhuriyet Halk Partisi’nin 15 Ekim 1927 Cumartesi günü toplanan ve 23 Ekim 1927 gününe kadar devam eden büyük kongresinin ilk altı gününde ve her gün ortalama altı saat okumuştur.[9]

Metin içinde geçen telgraf, mektup, vb belgelerden başka 200 parça müstakil belgeyi de ihtiva etmekte, Yeni Türkiye’nin kuruluşu ile ilgili kaynakların ilkini teşkil etmektedir. Dil ve ifade bakımından, edebi bir metin olarak da büyük bir değer taşır. Atatürk’ün Osmanlı Türkçesi’ndeki hâkimiyetini ve üstün ifade gücünü belirttiği kadar, ifadedeki canlılık, akıcılık, samimiyet ve heyecan, onun inandırıcı ve aydınlatıcı yönlerini ortaya çıkarmaktadır. Mustafa Kemal Nutuk’ta 19 Mayıs 1919’dan itibaren 15 Ekim 1927’ye kadar Türk vatanının ve milletinin geçirdiği harikulade olayları, bu olayların birinci sorumlusu ve başkahramanı olarak dile getirmiş ve sözlerini belgelerle de pekiştirmiştir. Nutuk, 19 Mayıs 1919’da Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu anlatmakla başlar ve Türk vatanının yeniden istiklalini sağlayacak bütün tedbir ve kararları, bunların uygulama safhalarını, sonuçlarını, karşılaştıkları iç ve dış engelleri teker teker açıklar. Nutuk genellikle iki ana bölüme ayrılmaktadır. Birinci bölüm 1919-1920 yılları arasında, Milli Mücadele’nin hazırlık dönemini anlatır. İkinci bölüm ise, Yeni Türk devletinin kuruluş safhalarını yani TBMM Hükümeti’nden başlayarak Osmanlı saltanatının sona ermesine kadarki olayları, hilafetin kaldırılmasını ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde girişilen inkılâplarla medeni hamlelerin gerçekleşmesinin 1927 yılına kadar uzanan gelişmesini anlatmakta ve gençliğe yapılan veciz bir hitabe ile son bulmaktadır.[10]

Nutuk’un hazırlanış aşamasında ciddi bir emek söz konusu olmuştur. Bunu Falih Rıfkı Atay şöyle anlatır: “Çalışma odasında yarı ayak üstü, yarı oturarak ve yüzlercesi arasından vesikalar ayırarak Nutuk’unu dikte ederdi. Yorulan değişirdi. Bir defasında pek genç bir arkadaşı baygınlık geçirmişti. Akşama doğru bir banyo aldıktan sonra, hiç dinlenmeden sofraya iner, o gün yazdıklarını bize okur veya okutulur, hadiseler üzerine taze bir muhakeme ile tartışmalar yapardı.” Yakup Kadri ise şu şekilde anlatmaktadır: “Mustafa Kemal fikir alanında da cephedeki kadar destanî bir adamdı. Biz bunu ilk defa Büyük Nutuk’unu hazırlayıp yazarken gördük. Bunun üstünde bütün bir gece yarılarına, bazen şafak sökünceye kadar emek sarf ettiği olurdu. Ertesi akşam hepimizi toplar, yazdıklarını ve sıraya koydukları vesikaları hep bir arada okumamızı isterdi. Bazı akşamlar kendisi okur, biz dinlerdik. Fakat bu boşuna bir dinleme değildi. Daha doğrusu yalnız dinlemek zevkiyle kalmazdık. Her beş veya on sayfada durup okudukları hakkında fikir ve görüşlerimizi söylemeye mecbur tutulurduk. Mustafa Kemal görüş ve düşüncelerimizi derin bir dikkatle karşılar ve bazen bu görüş ve düşünceler sonucunda, kim bilir kaç saatlik emek sarf ederek yazıp çizdiklerini baştan aşağıya değiştirirdi. Bu suretle Nutuk adlı eser geceli gündüzlü mesai ile en az birkaç ay içinde meydana gelebilmiştir. Ve Mustafa Kemal beş yüz sayfayı geçen bu eseri kendi eliyle yazmış, ihtiva ettiği yüzlerce vesikayı da bizzat kendisi toplayıp hükümlemiştir.” Bu anlattıklarından da anlaşıldığı gibi Nutuk, Yeni Türkiye’nin 90 yıllık bir devrinin anlatılması ve açıklanmasıdır.[11]

Gazi 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında verdiği Büyük Nutuk’ta, bu tarihe kadar yapılanları uzun uzadıya anlatmıştır.[12] Nutuk vatanın 19 Mayıs 1919’da içinde bulunduğu vaziyeti tanımlayan “Vaziyet ve Manzara-yı Umumiye” girişiyle başlar. Mustafa Kemal bu bölümde Samsun’a çıktığı anda ülkenin genel durumunu açıkladıktan sonra, ulus egemenliğine dayanan kayıtsız şartsız yeni bir devlet kurmak için izlediği politikayı, karşılaştığı güçlükleri, bunalımları, çatışmaları birer birer dile getirmektedir. Bu haliyle Nutuk, sömürgeci devletlerin egemenliği altında yaşayan uluslara kurtuluş yolunu gösteren evrensel bir yapıt özelliği taşımaktadır. Bu nedenle çeşitli dillere çevrilmiştir. Nutuk, eski harflerle 543 büyük kitap sayfası tutar. Buna 266 vesika ile Trakya Teşkilatına ait vesikalar ve başlıca muharebelerin harita ve krokileri eklenmiştir. Nutuk’un hazırlanış amacı olarak şunlar söylenebilir:

1-Geçmişte kalan bazı olayların yani tarihin anlaşılmasına yardımcı olmak,

2- Ulusal varlığımız için önemli gördüğü konularda milletin ve gelecek kuşakların dikkatli ve uyanık olmasını sağlamak.

Aradan geçen yıllarca süre içinde Mustafa Kemal’e muhalif olanlar dahil herkes neyi biliyorsa hepsini-bazen kin ve nefretle, bazen insaf ve izan ölçülerini aşarak- ortaya dökmüş; buna karşın, yerli yabancı pek çok bilim adamı ve araştırmacı da belgelere dayanan, ciddi, tarafsız çalışmalarının ve incelemelerinin ürünü olan eserler vermiş; sonuçta, Büyük Nutuk adlı eser, İstiklal Savaşı ve Cumhuriyet tarihi için ana kaynak olma niteliğini korumuştur.[13]  

Nutuk coşkulu bir şekilde ve heyecanlı biçimde dinlenmiştir. Nutuk’un en son bölümünde saat 20.25’te gençliğe hitabesini söyleyip kürsüden inerken, Gazi de dört yüze yakın delege de ağlıyordu.[14]

 

3.      NUTUK’TA ATATÜRK ÇAĞDAŞLAŞMASI VE BATILILAŞMA

 

Bizde batılılaşma hareketinin genellikle Tanzimat’la başladığı söylenir. Gerçekten Tanzimat batıya yöneliştir. Ama bu yöneliş gerçek bir batılı olma çabası mıdır? Yoksa sonu öykünmeye varan yüzeysel bir batılılık mıdır? Tanzimat kafası uygarlık ve kültür ayrımı yapmakla daha baştan batı düşününe kendini kapamıştır. Uygarlık derken anladığı yalnızca teknik Tanzimat düşünürünün; batının tekniğini alacağız, ama kendi kültürümüzü koruyacağız inancı içinde.[15]

Niyazi Berkes, batılılaşmayı şöyle yorumluyor: “Batı uygarlığı dışında geri kalan ve bu geriliklerinde direnen toplumlar üstün ekonomi ve teknoloji güçleri tarafından sömürülmeye mahkûmdurlar. Bu toplumlar sömürgeciler karşısında güçlü olmayı ve kendilerine hak ve eşitlik tanınmasını istiyorlarsa ilk önce kendilerini çağdaş uygarlığın dışında bırakan bağlantıları koparmak zorundadırlar.” [16] O halde Mustafa Kemal de söz konusu bağlantıları kopararak batılılaşma eylemine geçmiştir.

Atatürk çağdaşlaşması ise, hem oluş sırası hem de yapılış amaçları bakımından “özgün” bir nitelik taşımaktadır. Çünkü o kaynağını 20.yüzyıldaki Türk milletinden ve onun yaşadıklarından almaktadır. Buradan aldığını ise çağlar ardına-çağdaş medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmaya- taşımaktadır. O halde Mustafa Kemal’deki batılılaşma fikri, hem özgündür hem de özeldir.[17] Günümüzde en küçük teknik gelişme bile devrim olarak adlandırılmaktadır. Peki, 20.yüzyılın ilk çeyreğinde yapılanlara ne denmelidir? Bu durumda Atatürk devrimleri, batılılaşması oldukça özel, anlamlı ve farklıdır. Sınırları aşması yönüyle de evrenseldir. Mustafa Kemal sadece Türk milletinin değil, mazlum milletlerin, daha önceden pek de ilgilenmediğimiz ulusların tarihini-sosyal yapısını-yaşayışını şekillendirmiştir. Batılıları şaşırtacak kadar devrin ötesinde düşünmektedir. Bunu Nutuk’a bakarak anlamak mümkündür. Ayrıca söz konusu çağdaşlaşma hareketleri pek çetin süreçlerden ve imtihanlardan geçmiştir. Ciddi bir emeğin ve mücadelenin ürünüdür. Bu durumu biraz somutlaştırarak inceleyelim:

 

ATATÜRK

Harf Devrimi

Şapka Devrimi

Cumhuriyet’in ilanı

Halifeliğin kaldırılması

Soyadı Kanunu

Medeni Kanun

Tevhid-i Tedrisat

Laiklik

İşgalci devletler

Padişah

Milletin ümitsizliği ve yoksulluğu

İşgalci devletler

Azınlık şebekeleri

Gerici çevreler

Maddi güçlükler

Hilafetçi silah arkadaşları

ATATÜRK

1.durum:                                                           2.durum:

 

 

 

 

 

 

       

 

             1.duruma bakıldığında Mustafa Kemal’in hedef ve amaçlarının çevresinde pek çok engel gözükmektedir. Bu engeller süreç içerisinde türlü mücadelelerle aşılmıştır. 2.durumda ise Türk milletini medeni milletler ailesi içinde hak ettiği yere kavuşturacak nitelikte devrimler gözükmektedir. 1.durumdan 2.duruma geçiş çok önemlidir. Bu iki durum birlikte değerlendirildiğinde Mustafa Kemal’in batılılaşmasının “çetin süreçlerden” geçtiği,  ciddi ve önemli bir boyutunun olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu boyut bir millete onur mücadelesini kazandırma ve bunun için çağın gereklerine uyma prensibiyle ilgilidir. Mustafa Kemal bunu başarmıştır.[18]

Mustafa Kemal’e göre; “Osmanlı Devleti kendisini kuran temel unsurun Türk milletinin insanca yaşamasını sağlayacak tedbirleri alma bakımından da engellenmişti; memleketi imar edemez, demiryolu yaptıramazdı. Hatta okul yaptırmakta bile serbest değildi. Bu gibi durumlarda, yabancı devletler hemen işe karışırlardı.”[19] İşte bu durum devrimlerle ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Nutuk, bu devrimlerin 1927’ye kadar olan kısmını anlatmaktadır. Mustafa Kemal Nutuk’la “yalnızca asker olmadığını, aynı zamanda ve özellikle dokuz yıllık ulusal ve uluslar arası gelişmeler içinde, devlet adamı çapını kanıtlamıştır.” [20] Emre Kongar’a göre de “Nutuk’un bizzat kendisi, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan “Atatürk Devrimleri” çerçevesinde algılanması gereken bir olaydır.[21]

Erol Mütercimler’e göre; “İnsanlık tarihinin önde gelen komutan ve devlet kurucularından olan Mustafa Kemal’i ötekilerden ayıran en önemli özelliği devrimciliğidir. İhtilalden devrime evriliş, hem kararlılık hem de olağanüstü cesaret ister. Burada sözü edilen cesaret akıldır. Bu büyük dâhide bu iki niteliğin birleştiğini görmekteyiz.”[22] Bu çerçevede batılılaşmaya ve Mustafa Kemal’in bu konudaki çalışmalarına bir göz atalım.

 

4.      NUTUK’TA BATILILAŞMA ÇERÇEVESİNDE DEVRİMLER

 

            Berkes’e göre “ ‘din devleti’ görüşüne karşı ‘ulus devleti’ görüşünün zaferi, çağdaşlaşma yolunda belli bir doğrultuda birbiri arkasından gelecek bir dizi reformun kapısını açmış oluyordu. Bunların başlıcaları (…)hukuk, eğitim, dil, yazı ve genel olarak yaşam ve kültür alanındaki değişmeler olmuştur. Bunlar yeni perspektif içinde Cumhuriyet Devrimleri olarak tanımlanırlar.” İşte bu süreçte “Türk çağdaşlaşma gelişimi ilk kez tutarlı ve tuttuğunu başaran bir önder bulmuştu.”[23] Bu önder batılılaşma çalışmalarını Nutuk’ta gerekçeleriyle beraber anlatmıştır. Bir başka açıdan bakıldığında ‘Nutuk’u yıllardır gerçekleştirilen inkılâpları bir nevi milletin vicdanına ve mantığına yerleştirmek için söylemiştir.’ denilebilir.[24]

Mustafa Kemal Nutuk’ta “Efendiler, bu söylevimle, milli varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin bağımsızlığını nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan milli ve çağdaş devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.”[25] der. Burada açık açık çağdaşlaşmadan-batılılaşmadan bahseder. O’nun batılılaşmadan kastı uygarlıktır, yeniliktir.[26] Bir bakıma Nutuk, İnkılâp hareketlerinin anlaşılmasında hala önemini korumaktadır.[27]  Mustafa Kemal Büyük Söylev’ini “tarihe mal olmuş bir çağın öyküsü olarak belirtir. Amacı bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalışmaktır.[28] Mustafa Kemal öncesi ülke bataklıktan farksızdır. Bunu Muazzez İlmiye Çığ’ın verdiği örnek fazlasıyla kanıtlamaktadır: “Gâvur âdeti diye yedi yıl boyunca gemilere karantina koydurmadıkları için veba hastalığından ülkemizde binlerce insan ölmüştür. İstanbul’da ilk darülfünun (üniversite) açıldığında, havası olmayan yerde canlının yaşayamayacağını gösteren bir deney yapmaya kalkmışlar. Hemen ulema işe karışmış ve hayat, ölüm gibi Tanrı buyruğuna bağlı konularda deney yapılamaz diye okulu 27 yıl kapalı bıraktırmışlardır. İstanbul’da tünel yapılınca softalar hemen insanlar ölünce yer altına gider, diye senelerce tünelde yalnız hayvan taşıtmışlar.”[29] Tüm bu örnekler toplumun Atatürk çağdaşlaşması öncesindeki durumunu ve yeniliklerin önemini belirtmektedir. Onun yaptığı devrimlerin hiçbiri tesadüfen ya da olaylar onu güçlü bir yönetici kıldığı için yapılmış değildir. Hepsi Osmanlı İmparatorluğu’ndaki sosyal ve siyasal birikimin değerlendirilmesi sonucu olan bir düşüncenin ürünü olarak yeşermiş, planlanmış, adım adım uygulanmıştır.[30]

             Mustafa Kemal Nutuk’ta saltanatın kaldırılması ve halifeliğin kaldırılması konularına daha geniş yer vermiştir. Çünkü bu gelişmeler Türk Devrimi için hayati öneme sahiptir.[31] Şimdi bu ve diğer devrimlere Nutuk’un batılılaşma amaç ve hedeflerine göre bakalım.

4.1. Saltanatın kaldırılması

Mustafa Kemal’e göre; “Egemenlik hiçbir anlamda hiçbir biçimde hiçbir renk ve belirtide ortaklık kabul etmez. Sanı ister halife olsun, ister başka bir şey olsun, hiç kimse bu ulusun alın yazısında ona ortak çıkamaz.”[32] O, gençlik yıllarından bu yana milli egemenliğe inanmış ve bu konudaki fikirlerini etrafındaki insanlarla paylaşmıştır. Saltanat makamı sadece çağdaş bir devlet, demokratik bir ülke yaratmak için kaldırılmamıştır. Bu gerekçenin yanında bu makamın Milli Mücadele yıllarında Ankara’nın karşısında, işgalcilerin yanında durması da etkili olmuştur. Ayrıca bu makamın varlığı Yeni Türk Devleti için uluslar arası ilişkilerde ülke menfaatlerinin önüne geçer hale gelmiştir. Muhtemeldir ki bu makam kaldırılmasaydı Lozan’da iki başlılık durumundan İtilaf Devletler faydalanacak ve Türklerin kazancını azaltacaklardı. Mustafa Kemal Nutuk’ta bu konuda şöyle demektedir: “Arz etmiştim ki, saltanatın lağvı, Lozan Konferansı’na İstanbul’dan da bir heyet-i murahhasa davet edilmesi ve İstanbul’un yani Vahideddin, Tevfik Paşa ve rüfekasının dahi böyle bir daveti, Türk milletinin büyük emeklerle, fedakârlıklarla istihsal eylediği menfaati küçültmek, belki de manasız bir mahiyete düşürmek pahasına olduğu halde, kabul eylemesi yüzünden ileri gelmiştir.”[33]

Ayrıca Mustafa Kemal Nutuk’ta saltanat makamı için şu görüşleri dile getirmektedir: “Binlerce senelerden beri istiklal mefhumunun timsal-i asili olan Türk milleti bir tekme ile bu hufrenin[34] içine yuvarlanmak isteniyor… Fakat bu tekme ile bu hufrenin içine yuvarlanmak için bir hain, bişuur, biidrak bir hain lazımdır. Nasıl ki, kanunen idamı lazım gelenlerin bile ipini çekmek için kalb ve vicdanı ulviyet-i insaniyeden mücerred[35] bir mahluk aranır. İdam hükmünü verenlerin böyle adi bir vasıtaya ihtiyaçları vardır; o, kim olabilirdi?! Türkiye Devleti’nin istiklaline hatime veren, Türkiye halkının hayatını, namusunu şerefini imha eden, Türkiye’nin idam kararını ayağa kalkarak bütün endamıyla kabul etmek istidadına kim olabilirdi? (Vahideddin, Vahideddin sadaları, gürültüler…)

Paşa hazretleri (devamla)-Maa’teesüf[36] bu milletin hükümdar diye, sultan diye, padişah diye, halife diye başında bulundurduğu Vahideddin…(Allah kahretsin sadaları, gürültüler…)”[37]

Tüm bu konuşma ve bu konuşma sonrasında verilen tepkiler bu makamın milletin gözünden düştüğünü kanıtlamaktadır. Milletin varlık yokluk mücadelesi verdiği yıllarda saltanat makamının başında bulunan padişah, kendi istikbalini düşünmüş ve her fırsatta Anadolu hareketine düşmanlık etmiştir. Şimdi bu makamın kaldırılmasının zamanı gelmişti. 1 Kasım 1922 tarihinde saltanat makamı kaldırılmış ve medeni bir ülke olma, halk egemenliğine dayanma yolunda çok önemli bir adım atılmıştır. Türk milletinin özelliklerine ve ulusal egemenliğe ters düşen bu makam ‘batılılaşma’ adımlarından biri olarak son bulacaktır.

Saltanat kaldırılırken halifeliğe dokunulmamıştır. Bu durumu Sinan Meydan şöyle açıklamıştır: “Ufak işaretlerle niyetini üstü kapalı olarak belli etse de hiçbir zaman ‘duygularının esiri’ olmamış, devrim yöntemlerinden asla taviz vermemiştir. Saltanatı kaldırdığında bile rejim muhaliflerini uyandırmamak için bilinçli olarak halifeliği kaldırmamış, ‘her safhayı zamanı geldiğinde uygulamak” biçimindeki yöntemi burada da çok açık bir şekilde uygulamıştır.”[38] Mustafa Kemal Vahdeddin’den sonra Abdülmecit Efendi’nin halife yapılmasını ise şöyle izah etmiştir: “Muhterem Efendiler, firari halife, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hal’ olundu. Yerine, sonuncu halife olan Abdülmecid Efendi intihap edildi.”[39] Böylece siyasi yetkileri elinden alınmış, sadece dinsel bir nam ile kalmış bir halife ortaya çıkmıştır. Ama bunun ömrü de uzun olmayacaktır.

4.2. Cumhuriyet’in İlanı

Mustafa Kemal’in “Milletimiz kendisinde var olan özellikleri ve değeri, hükümetin yeni adıyla, medeniyet dünyasına çok daha kolaylıkla gösterebilecektir.”[40] sözleri Cumhuriyet’in batılılaşma açısından ne kadar önemli olduğunu kanıtlamaktadır.

Fransız İhtilali ve sonuçları Mustafa Kemal’in fikir hayatında etkili olmuştur. Özellikle bu büyük olay, cumhuriyet-halk idaresi kavramlarının önemini artırmış, bu durum Mustafa Kemal’i de etkilemiştir. Mustafa Kemal ülke idaresinin halk tarafından gerçekleştirilmesini, egemenliğin millete ait olmasını istiyordu. Bu hem çağdaş olmanın hem de insan onuruna yakışır bir şekilde yönetilmenin en önemli esaslarından biriydi. Yukarıda bahsettiğimiz gibi saltanatın kaldırılmasıyla ulusal egemenlik yolunda ciddi bir adım atılmıştı. Ancak bu yeterli değildi. Saltanatın kaldırılması beraberinde farklı sorunları da getirdi. Örneğin ülkenin rejimi yoktu, devlet başkanlığı sorunu da ortaya çıkmıştı. Varolan meclis hükümeti sistemi de yeterli değildi. Tüm bu nedenler cumhuriyet rejimine geçilmesinde başlıca sebepler oldu.

Cumhuriyet’in ilanı öncesinde Mustafa Kemal’in Nutuk’taki sözlerine bir bakalım: “İsmet Paşa ile Kazım Paşa’ya ve Fethi Bey’e Çankaya’ya benimle beraber gelmelerini söyledim. Çankaya’ya gittiğim zaman orada, beni görmek üzere gelmiş Rize Mebusu Fuat, Afyonkarahisar mebusu Ruşen Eşref Beylere tesadüf ettim. Onları da yemeğe alıkoydum. Yemek esnasında yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz dedim. Hazır bulunan arkadaşlar derhal fikrime iştirak ettiler.(…)Efendiler görüyorsunuz ki Cumhuriyet ilanına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı davete ve onlarla müzakere ve münakaşaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü onların zaten ve benimle tabiaten bu hususta hem fikir olduklarına şüphe etmiyordum.”[41] Mustafa Kemal Cumhuriyet’in ilan edilmesinden önceki karar gününü böyle açıklamaktadır. Bu açıklamada Cumhuriyet fikrine duyulan özlem ve inanç göze çarpmaktadır. Ve sonunda 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edilmiştir. Nutuk’ta belirtildiği gibi “Teklif vechile[42] müzakere edildi. Nihayet kanun birçok hatiplerin “Yaşasın Cumhuriyet” sedalarıyla alkışlanan hitabelerle kabul edildi.”[43] Böylece saltanatın kaldırılmasının ardından ortaya çıkan sorunlar halledilmiş ve Cumhurbaşkanlığına Mustafa Kemal getirilmiştir. Bu yenilik ile Kabine sistemine geçilmiş, ülke yönetiminde kolaylıklar sağlanmıştır.

 

Charles H. Sherrıll’a göre, “Türkler bir tarih kavşağındadırlar: İstiklal Savaşı sonunda Osmanlı Devleti ve siyasal rejimi sürdürülecek mi, yoksa yeni bir devlet ve rejime mi gidecektir? Tarihin akışını sezenler Cumhuriyetçilerdir. Mustafa Kemal Paşa da liderleridir.”[44] Batılı büyükelçinin bunu dile getirmesi Cumhuriyet’in ilanının evrensel bir etkiye sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Mustafa Kemal cumhurbaşkanı seçildikten sonraki teşekkür konuşmasında “Milletimiz kendisinde varolan özellikleri ve değeri, hükümetin yeni adıyla, medeniyet dünyasına çok daha kolaylıkla gösterebilecektir.” demiştir.[45] Bu sözler de cumhuriyetin medeniyet-batılılaşma kavramları açısından ne kadar önemli olduğunu anlatmaktadır.

4.3. Halifeliğin kaldırılması ve diğerleri

“Halk üzerindeki dini nüfuzundan kendilerine hisse çıkarmak isteyen kalabalık bir sarıklı grubu halife-padişah sarayı etrafında toplanmıştı. Padişah idari işleri “şeyhülislam” vasıtasıyla görüyordu. Şeyhülislam’da müftüler, imam ve hocalardan meydana gelen din adamları grubu ile şer’i mahkemeleri, medreseleri ve diğer dini kuruluşları idare ediyordu. Bu sistem tam altı asır devam etmişti. Şimdi acaba, bu sistemin fenalıklarına karşı bir hesap fırsatı çıkmayacak mıydı?”[46] Amerikalı büyükelçinin sözleri Mustafa Kemal öncesi için çok yerindedir.

Mustafa Kemal’e göre: “Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen, kaderlerini, hayatlarını falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacıların eline bırakan insanlardan meydana gelmiş bir topluluğa bir millet gözüyle bakılabilir mi? Milletimizin kendine ait niteliğini yanlış şekilde gösterebilen ve yüzyıllarca göstermiş olan bu gibi unsurlar ve kuruluşlar, Türkiye Cumhuriyeti’nde devam ettirilmeli miydi? Buna önem vermemek, ilerleme ve yenileşme adına pek büyük ve düzeltilmesi imkânsız bir yanılma olmaz mıydı? Milletimiz mutaassıp ve Ortaçağ zihniyetinde olmamıştır.”[47] Mustafa Kemal Türk milletinin Ortaçağ[48] karanlığından kalma kurumlara layık olmadığını söylemektedir. Bu yapının batılılaşma için büyük bir engel olduğunu anlatırken ulusun niteliğinin de aslında bundan farklı olduğu ifade edilmektedir.

Halifeliğin kaldırılması konusunda Mustafa Kemal’in ve İsmet Paşa’nın yazışmalarına bakıldığında Mustafa Kemal’in tespitleri dikkat çekmektedir. “Halife kendi özel hayatı ve dış yaşayışı ile ecdadı padişahların yolunu tutmuş görünmektedir. Cuma alayları, yabancı devlet temsilcileri yanına memurlar göndererek ilişkiler kurmak, gösterişli gezintiler, saray hayatı, sarayında yedek subaylara varıncaya kadar kabul etmek, onların şikâyetlerini dinleyerek onlarla birlikte ağlamak gibi davranışlar bu cinstendir. …Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki, bugün var olan ve korunmakta bulunan Halife’nin ve Halifelik makamının gerçekte, ne dini ve ne siyasi bakımdan hiçbir anlamı ve varolma gerekçesi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti safsatalarla varlığını ve bağımsızlığını tehlikeye atamaz.”[49] Mustafa Kemal bu son derece önemli hitabesinde, milli egemenliğin doğrudan Türk milletinde bulunması gerekliliğini, Türk ve Arap tarihlerinin gerekli sayfalarını gündeme getirerek ele alır. Mustafa Kemal bu çok önemli konuşmasında Dört Halife Dönemi’ni ve bu dönemde çıkan karışıklıkları özetler. Daha sonra tarihi seyir içinde Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar hakkında kısa ve özlü bilgiler verir. Verdiği bilgiler ve özlü değerlendirmeleri, gerçekten isabetli ve uzmanca tespitlerdir.[50] Bu durum Mustafa Kemal’in tarih başta olmak üzere sosyal bilimlerde ne kadar bilgili ve entellektüel olduğunu da kanıtlamaktadır.[51]

İsmet Paşa halifelik makamıyla ilgili olarak “Bir hilafet fetvasının bizi Dünya Savaşı felaketine sürüklediğini hiçbir vakit unutmayacağız.” demiştir.[52] Bu açıklama halifeliğin toplumu siyasal alanlarda da olumsuz etkilediğini anlatmaktadır.

Mustafa Kemal Nutuk’ta halifeliğin kaldırılması ve beraberinde yapılan yenilikleri şu şekilde anlatmaktadır: “Harp oyunu dolayısıyla İsmet Paşa ve Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa İzmir’e geldiler. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da zaten orada bulunuyordu. Hilafetin kaldırılması gerektiğinde görüşlerimiz birleşmişti. Aynı zamanda Şeriye ve Evkaf vekâletlerini de kaldırmak[53] ve öğretimi birleştirmek[54] kararında idik. 1 Mart (1924) günü Büyük Millet Meclisi’nin beşinci çalışma yılı dolayısıyla verdiğim söylevde, şu üç noktayı özellikle belirttim.

1-Millet, Cumhuriyet’in bugün ve gelecekte bütün saldırılardan kesin ve sonsuza dek korunmasını istemektedir. Milletin isteği, Cumhuriyet’in denenmiş ve olumlu sonuçları görülmüş olan bütün esaslara, bir an önce ve tam olarak dayandırılması şeklinde ifade edilebilir.

2-Millet kamuoyunda tespit edilen, eğitim ve öğretimin birleştirilmesi ilkesinin bir an önce uygulanmasını gerekli görüyoruz.

3-Müslümanlığın, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtarılmasının ve yücelmesinin şart olduğu gerçeğini de görmüş bulunuyoruz.”[55]

Burada anlattığı gibi halifeliğin kaldırılması beraberinde çok önemli bir dizi yeniliği daha getirmiştir.  Bunlardan biri de Tevhid-i Tedrisat Yasası’nın çıkarılmasıdır. Bu yasayla beraber eğitimde çağdaşlaşma ve kültürel alanda birlik sağlanmak istenmiştir.

Aşağıdaki tabloya[56] bakıldığında Tevhid-i Tedrisat Yasası’nın ve Mustafa Kemal’in eğitime bakış açısının neleri başardığı ortadadır:

 

Ders Yılına Göre Öğrenci Sayısı

1923-1924

1931-1932

Artış

Kız

Erkek

Kız

Erkek

Kız

Erkek

Darülfünun(Üniversite)

185

1903

512

2266

327

363

Lise

230

1011

942

3210

712

2199

Ortaokul

543

5362

5726

19109

4983

13747

Öğretmen okulu

783

1745

2325

2829

1642

1084

İlkokul

62954

273107

172831

320063

109877

46956

Toplam

64695

283128

182336

347477

117541

64349

 

             Mustafa Kemal bu konuda Nutuk’ta şu düşüncelerini dile getirmiştir: “Türkiye içindeki bütün bilim ve öğretim kurumlarıyla, bütün medreseler, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Halife görevinden uzaklaştırıldı ve Hilafet Makamı kaldırıldı. Uzaklaştırılan Halife ve izi silinmiş Osmanlı hanedanının bütün mensuplarına, Türkiye Cumhuriyeti’nde oturma hakkı süresiz olarak yasaklandı.”[57]

Ayrıca Türkiye’de görev yapan Alman diplomat Hottinger bakın bu konuda neler söylüyor: “Halifeliğin kaldırılması, Türkiye’de din ve devlet işlerinin ayrılmasında bir temel taşı niteliğinde olduğundan tüm Atatürk devrimlerinin gerekli bir ön şartıydı. İslam dininin etkili olduğu hiçbir devlet, hiçbir zaman bu kadar köktenci bir şekilde Müslüman din devletinin gelenekleriyle bağlarını koparmaya cesaret edememişti. Ama Mustafa Kemal için sadece tek bir uygarlık vardı ve bununla anlatmak istediği de batı uygarlığıydı. Türkler uygar bir ulus olmalıydı. Mustafa Kemal’in en önemli yanı olayları sezme yetisi, ona şunu gösterdi: Şayet ülkesi batı yönünde uygar bir cumhuriyet olacaksa, tarihi açıdan İslami kültürel davranış biçiminin yüreğine demir atmış olan dünyevi ve ruhani otorite birliği; halifelik kaldırılmalıydı.”[58]

Halifelik konusunda bahsedilmesi gereken bir diğer durum Mustafa Kemal’i bu makamda görmek isteyenler meselesidir. Mustafa Kemal Nutuk’ta: “Hilafet görevini kendi üzerime almam teklifinde bulundular. Antalya milletvekili Rasih Efendi, gezdiği ülkelerde Müslüman halkın benim halife olmamı istediklerini anlattı. Mustafa Kemal bu teklife teşekkür etti ve bunu reddetti. Ardından şu sözleri söyledi: Efendiler, açık ve kesin olarak söylemeliyim ki, Müslümanları hala bir halife korkuluğu ile uğraştırıp aldatmak gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak Müslümanların özellikle Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılıp hayal kurmak da, ancak cahillik ve gaflet eseri olabilir.” demiştir. Söz konusu yıllar için Karabekir ise Mustafa Kemal’in halife olmak istediğini iddia edecek, ancak tarih onu haksız çıkaracaktır.[59] Çünkü Mustafa Kemal ve Mustafa Kemal Türkiye’si bir daha halifelik gibi tarihsel süreçte siyasal amaçlar için kullanılmış ve toplumu eskiye yöneltmiş bu makama dönüp bakmayacaktır.

Tüm bu yenilikler yapılırken Mustafa Kemal’in Türk milletine anlatmaya çalıştığı medeni dünyanın güçlü bir ferdi olmak arzusu zaman zaman karşıt fikirlerle karşılaşmıştır.[60] Nutuk’ta gerici fikirlere sahip olanların düşünceleri alenen belgelenmiştir: “Batıyı örnek almak, tarihimizi, medeniyetimizi, kaybetmeyi zorunlu kılar. Hilafet’i yıkmak, laik bir idare kurmayı düşünmek, hep İslamlığın geleceğini tehlikeye sokacak sebepleri yaratmaktan başka bir sonuç veremez.”[61]diyordu.

Ancak bu görüşler çağdaşlaşma arzusunda olanları, devrimlere daha çok sahip çıkmaya yönlendirmiştir. Nutuk’ta Yunus Nadi ve Mahmut Esat Beylerin gericiler, eski düzen yanlıları hakkındaki fikirleri dikkat çekicidir:

Yunus Nadi: “…Cumhuriyet’i beğenmeyen kimseler vardır. Açıkça söyleyemediklerini düşüncelerinde besleyen yaratıklar vardır ve bunlar içimizdedirler. Öyle adamların kafası ezilir, efendiler!”[62]

Mahmut Esat Bey: “Türk İnkılâbı yükseliyor. Ancak bu inkılâbı, hızla hedefine, milletçe beklenen hedefine ulaştırabilmek için, bir an önce gerçek durumunun açıklık kazanması lazımdır. Türk milleti ortada, demokrasi adına çekilmiş bir kılıç gibi, bunu beklemektedir.”[63] Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu da ancak çağın gereklerine uygun, bağımsız bir devlet yapısıyla mümkündür.

4.4. Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması

31 Ağustos 1925’te Çankırı’da bu konunun altını şöyle çizmiştir: “Tekkeler mutlaka kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti her şubede yol gösterecek kudrete sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin yol göstermesine muhtaç değiliz. Biz medeniyetten, ilim ve fenden kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız. Tekkelerin gayesi halkı meczup ve abdal yapmaktır. Hâlbuki halkımız meczup ve abdal olmamaya karar vermiştir. Tekkeler basit bir keyfiyet görünür, fakat önemi vardır. Biz medeni Dünya ailesi içinde bulunuyoruz.” [64] Bu sözleri, halkı geride bırakan kurumların kapatılması bakımından son derece önemlidir.

Atatürk Nutuk’ta bu meseleyi şöyle izah etmiştir: “Efendiler tekke ve zaviyelerle, türbelerin seddi[65] ve ale’lumum[66] tarikatlarla şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbedarlık ve ila… gibi birtakım unvanların men ve ilgası da Takrir-i Sükun Kanunu devrinde yapılmıştır. Bu husustaki icraat ve tatbikat, heyet-i ictimaiyemizin[67], hurafeperest, ibtidai bir kavim olmadığını göstermek nokta-i nazarından ne kadar elzem idi, bu takdir olunur. Bir takım şeyhlerin, dedelerin seyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, nüshacılara[68] talih ve hayatlarını emniyet eden insanlardan mürekkeb bir kütleye, medeni bir millet nazarıyla bakılabilir mi? Milletimizin hakiki mahiyetini, yanlış manada gösterebilen ve asırlarca göstermiş olan bu gibi anasır ve müessesat[69], yeni Türkiye Devleti’nde, Türkiye Cumhuriyeti’nde idame edilmeli mi idi?”[70] 30 Kasım 1925’te 677 numaralı kanun ile tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması kararlaştırıldı. Tarikatlar, cüppe, sarık gibi şeylerle dolaşmalar, şeyhlik, dervişlik, müritlik, mensupluk, türbedarlık, seyitlik vs. bütün sıfat ve unvanların yasaklanması kanuna bağlandı. [71] Böylece halkı çağdışı gösteren kurumlar kapatılmış oldu. Bu gelişme Türk milletinin batılılaşması noktasında ciddi bir öneme sahiptir.

4.5. Çok Partili Hayata Geçiş Denemeleri

Mustafa Kemal Türk demokrasisini yaratmak için çok partili yaşamın gerekliliğine inanıyordu. Batılı ülkelerde olduğu gibi çok sesli bir parlamento O’nun arzusuydu. Ancak bu konudaki ilk tecrübe başarısızlıkla sonuçlandı. Partinin kurucusu konumundaki Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele, Adnan Adıvar gibi kişiler Şeyh Sait İsyanı’nın çıkması başta olmak üzere partinin devrim karşıtlarının yuvası haline gelmesinden sorumlu tutuldular. Bir müddet sonra Takrir-i Sükun Kanunu çıktı ve sözkonusu bu parti kapatıldı. Partinin zararlı çalışmalarından Mustafa Kemal Nutuk’ta şöyle bahsetmiştir:

“Cumhuriyet kelimesini telaffuzdan dahi ictinap[72] edenlerin, Cumhuriyet’i doğduğu gün, boğmak isteyenlerin, teşkil ettikleri fırkaya “Cumhuriyet” ve hem de “Terakkiperver Cumhuriyet” unvanını vermeleri, nasıl ciddi ve ne dereceye kadar telakki olunabilir? (…) Cumhuriyetçi ve terakkiperver olduklarını zannettirmek isteyenlerin, aynı bayrakla ortaya atılmaları, dini taassubu galeyana getirerek milleti, Cumhuriyet’in terakki ve teceddüdün[73] tamamen aleyhine teşvik etmek değil miydi? Yeni fırka efkar ve i’tikat-ı diniyeye hürmetkarlık perdesi altında, biz hilafeti tekrar isteriz, biz yeni kanunlar istemeyiz, bizce mecelle kafidir, medreseler, tekkeler, cahil softalar, şeyhler, müritler, biz sizi himaye edeceğiz; bizimle beraber olunuz. Çünkü Mustafa Kemal’in Fırkası hilafeti lağvetti. İslamiyet’i rahne-dar[74] ediyor. Sizi gavur yapacak, size şapka giydirecektir diye bağırmıyor muydu? Yeni fırkanın kullandığı formül, bu irticakarane feryadlarla dolu değildir denilebilir mi? (…)Ne oldu Efendiler?! Hükümet ve Meclis, fevkalade tedbirler almaya lüzum gördü. Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkardı. İstiklal Mahkemeleri’ni faaliyete geçirdi. Ordunun sekiz dokuz seferber fırkasını, uzun müddet te’dibata[75] hasretti. “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” denilen muzır teşekkül-i siyasiyi sed etti.”[76]

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kuranlar İstiklal Savaşı’nın yükünün önemli bir bölümünü taşıyan insanlardır. Ve gelişmeler karşısında tarafsız ve kayıtsız kalmaları beklenemezdi. İsteseler de istemeseler de Mustafa Kemal’e karşı olan mücadelelerinde doğal müttefikleri İstanbul basını ve İstanbul’un egemenliği Ankara’ya kaptırmaktan dolayı tedirgin olan çevreleri olmuştur. İşte böyle bir kargaşa içerisinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın daha doğmadan boğulması doğal bir gelişmedir. Şeyh Sait İsyanı’nın yarattığı olanak bahane edilerek, 12 Nisan 1925 tarihinde Ankara İstiklal Mahkemesi’ne hükümetin başvurusu sonucu kurulan yeni parti merkez ve tüm şubeleriyle kapatıldı. Böylece ilk demokrasi denemesi daha doğmadan boğuldu.[77]

4.6. Şapka Devrimi

Mustafa Kemal’e göre; “Efendiler milletimizin başına giymekte olduğu, cahillik, gaflet, taassup, yenilik ve medeniyet düşmanlığının belirgin işareti gibi görünen fesi atarak, bütün medeni dünyaca başlık olarak kullanılan şapkayı giymek ve böylece, Türk milletinin medeni toplumlardan zihniyet bakımından da hiçbir ayrılığı bulunmadığını göstermek kaçınılmaz oluyordu.”[78] Batılıya göre ise “Fes Türklerin başlarını örtmeye devam ettiği sürede, yabancılar Türkleri Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer unsurlarıyla karıştırmakla kalmayacak, aynı zamanda bizzat Türkler de Osmanlılık batağında bocalayıp gideceklerdi. Bugün yakın doğuda fesler ve fesliler hala vardır. Fakat bunları görebilmek iççin artık Mısır’a, Filistin’e veya Suriye’ye gitmek lazım gelir. Bugün, sadece Türklerin bulunduğu Türkiye’de hiçbir fes ve fesli kalmamıştı.”[79] Tüm bunlar Şapka Kanunu’nun Türk toplumu için önemini ortaya koymaktadır.

         Mustafa Kemal’in şapkayı[80] Kastamonu’da tanıttığı bilinmektedir. Bu konuda İnebolu Türk Ocağı’nda yaptığı fevkalade anlamlı ve mesaj yüklü konuşması şöyledir;

“…Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkı medenidir, hakikatte medenidir. Fakat ben sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi söylüyorum, medeniyim diyen Türkiye halkı fikriyle zikriyle zihniyetiyle medeni olduğunu göstermek mecburiyetindedir. Medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatı ile yaşayış tarzı ile medeni olduğunu göstermek mecburiyetindedir. Velhasıl medeniyim diyen Türkiye’nin hakikaten medeni olan halkı, baştan aşağıya dış görünüşü dahi medeni ve olgun insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdurlar. Bu son sözlerimi açık ifade etmeliyim ki, bütün memleket ve cihan ne demek istediğimi kolayca anlasın. Bu izahatımı yüce heyetinize, bütün heyete bir soru yöneltmek istiyorum. Soruyorum:

-Bizim kıyafetimiz milli midir? (Hayır sesleri),

-Bizim kıyafetimiz medeni ve beynelminel midir?(Hayır hayır sedaları).

-Size iştirak ediyorum. Tabirimi mazur görünüz, altı kaval, üstü şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millidir, ne de beynelmineldir. O halde kıyafetsiz bir millet olur mu, arkadaşlar? (Hayır, hayır, katiyen sesleri).

-Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak dünyanın bakışına göstermekte mana var mıdır? Bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlamıyor musunuz demek uygun mudur?...

-Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihya etmeye mahal yoktur. Medeni ve beynelminel kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, caket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siper-i şemsli serpuş. Bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Buna caiz değil diyenler vardır. Onlara derim ki, çok gafilsiniz  ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim:

-Yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz?...[81]

Bu konuşma Şapka Devrimi’nin gerekçelerini ve amaçlarını özetlemektedir. TBMM 25 Aralık 1925’te kanun çıkararak şapkayı Türk milletinin resmi başlığı olarak kabul etmiştir.[82] Mustafa Kemal Nutuk’ta Şapka Kanunu konusunda muhalefet eden geri fikirlilerden de bahsetmiştir.[83]

4.7.Medeni Kanun

Mustafa Kemal 21 Mart 1923’te yaptığı konuşmasında “Diyorlar ki; Türkiye medeni bir millet olamaz, çünkü Türkiye halkı iki parçadan oluşmuştur. Kadın ve erkek diye iki kısıma ayrılmıştır, hâlbuki bir toplum aynı gayeye bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse ilerlemesi ve medenileşmesine fenni imkan ve ilmi ihtimal yoktur.”[84] demiştir. Mustafa Kemal Yeni Türk devletinin ilk yıllarından itibaren kadına hak ettiği yeri ve önemi göstermiştir.

Nutuk’ta “Efendiler, milletimizin, sosyal, ekonomik, kısacası bütün medeni iş ve ilişkilerinde feyizli sonuçlar veren yeni kanunlarımız da, kadın hak ve hürriyetlerini sağlayan ve aile hayatını sağlamlaştıran Medeni Kanun da bu sözünü ettiğimiz devrede çıkarılmıştır. Görülüyor ki, biz her araçtan yalnız ve ancak bir tek temel görüşe dayanarak yararlanırız. O görüş şudur: Türk milletini medeni dünyada, layık olduğu konuma yükseltmek… Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha çok güçlendirmek… ve bunun için de baskı fikrini öldürmek…”[85] demektedir. Mustafa Kemal’in kadın ve aile ile ilgili sözleri batılılaşma açısından çok önemlidir. Bu ifade ABD Büyükelçisinin sözleriyle bakın nasıl örtüşmektedir:

“Eski Türk kanunlarının başlıca hedeflerinden birisi, padişahın mutlak hâkimiyetini sağlamaktı. Hâlbuki yeni kanunların mahiyeti halkçı olduğu için genç cumhuriyetin ruhunu temsil etmektedirler. Bu kanunlar bilhassa kadın hukukunu korumaktadır. Hâlbuki eski kanunlarda bunu sağlayacak kâfi hüküm yoktu.” [86]

 


6.      SONUÇ

Savaş batılı el koyucu güçlere karşı verilmiştir fakat kurtuluştan sonra ulaşılmak istenen, amaç olarak gösterilen Batı’nın “çağdaş uygarlık düzeyi”dir.[88] Mustafa Kemal Nutuk’ta “Efendiler, mirasçısı olduğumuz Osmanlı Devleti’nin dünya gözünde hiçbir değeri, fazileti ve haysiyeti kalmamıştı. Devletlerarası hukukun dışında tutulmuş, sanki himaye ve korunmaya muhtaç bir duruma gelmiş gibi kabul ediliyordu.”[89] demektedir. İşte bu düşünce Türk Devrimlerini, Atatürk batılılaşmasını beraberinde getirmiştir. Mustafa Kemal Nutuk’la büyük hesaplaşmasını gerçekleştirirken, yaptıkları yenilikleri ve bunlar karşısında oluşan havayı aktarmıştır. Bu hava içinde Türk milletini geri bırakan uygulamaların söküp atılması yer almaktadır.

1927 yılına kadar yapılan yenilikler Türk milleti için hayatidir. Bu nedenle Mustafa Kemal’in Nutuk’unu okurken ve araştırırken “batılılaşma” amacıyla yapılan çalışmalara dikkat çekilmelidir. Çünkü bu çalışmalar ilk önce Türk ulusunu, daha sonra mazlum ulusları etkisi altına almış ve çağdaşlık doğrultusunda etrafını aydınlatmıştır. Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet’in ilanı, Halifeliğin kaldırılması ve beraberinde gelen yenilikler, tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması, çok partili hayata geçiş denemeleri, Şapka Devrimi, Medeni Kanun gibi devrimler Nutuk’ta “batılılaşma” çerçevesinde ele alınabilecek konulardır. Bu konuların Nutuk içinde anlatılması Mustafa Kemal’in batılılaşmaya ne kadar çok önem verdiğini göstermekle birlikte, yeniliklerin hangi koşullar altında yapıldığını da bir ibret vesikası olarak yansıtmaktadır. Kongar’ın dediği gibi “Her kültür canlı bir organizma gibidir. Kendisine eklenen her yenilik, ona başka bir zenginlik, başka bir canlılık kazandırır. Batı kültürünün Mustafa Kemal’in eliyle toplumumuza aşılanması, aynen aşı yapılan bitkilerde görülen canlılık ve zenginliğe yol açmıştır.”[90]

Bu zenginlik miras olarak Türk gençliğine emanet edilmiştir. Atatürk’ün Türk ulusuna gelecek için gösterdiği amaç, dünyanın uygar ulusları düzeyine yükselmek, hatta bu düzeyi aşmak oldu. Bu amaca ulaşmak için de yeni Türk kuşaklarının devrime öz düşünce ile yetiştirilmesi gerekli idi. Atatürk’ün Türk devriminin sonuçlarını ve sözü geçen amaca ulaşmayı Türk gençliğine emanet etmesi kendi yaşam deneyinin ve felsefesinin bir ürünü idi.[91] Mustafa Kemal Nutuk’un sonunda “elde edilen sonucu Türk gençliğine emanet ettiğini, sonunda gençliğe hitabede dile getirdi. Çünkü o inanıyordu ki Türk gençliğinin yapıcı ve yaratıcı gücü Türk gençliğidir. Türk gençliğine emanet edilen şey sonsuza dek yaşar.”[92] demektedir.

Türk devrimlerini Türk gençliğine emanet eden Mustafa Kemal’in Nutuk’u, bir başucu kitabı olarak hem İstiklal Savaşı’nı anlamada hem de devrimleri kavramada rehber olarak karşımızda durmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

 

 

1-      Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, Alfa, 17.baskı, İstanbul 2007.

2-      Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihimiz, Nutuk, 2.baskı, KKK Ankara Basımevi, Ankara 1978.

3-      Akarsu, Bedia, “Batılılaşma Aşamasında Söylev”, Türk Dili Aylık Dil ve Yazın Dergi, Okunuşunun 50.Yılında Söylev Özel Sayısı, Sayı 34, Ankara 1977.

4-      Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, Cilt III, Remzi Kitabevi, 26.özel basım, İstanbul 2011.

5-      Aydemir, Şevket Süreyya, İkinci Adam, Cilt I, Remzi Kitabevi, 14.özel basım, İstanbul 2011.

6-      Belleten, Türk Tarih Kurumu, Cilt XLV/1, Sa:177, Ankara 1981.

7-      Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, 16.baskı, İstanbul 2011.

8-      Charles H. Sherrıll, Bir Elçiden Gazi Mustafa Kemal, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul.

9-      Çığ, Muazzez İlmiye, Atatürk Düşünüyor, Kaynak Yayınları, 4.baskı, İstanbul 2007.

10-  Gürler, Hamdi, Atatürk’ün Silah Arkadaşlarının Nutuk Üzerine Değerlendirmeleri, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Hacettepe Üniversitesi, Yıl:4, Sayı:8, Ankara 2008.

11-  Ersoylu, Halil, “Atatürk’ün Nutuk Dilindeki Batı Kaynaklı Kelimeler”, Türklük Araştırmaları Dergisi 8, D12, İstanbul 1997.

12-  Fığlalı, Ethem Ruhi, “Nutuk'ta İslam Tarihi İle İlgili Motifler”, Türk Kültürü, Sayı 343, Ankara 1991.

13-  Hottinger, Arnold,  Atatürk Olmasa Türkiye Olmazdı- Mustafa Kemal Atatürk, 1881-1981 Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1997.

14-  Küçük Türk-İslam Ansiklopedisi S3, “Nutuk”, İstanbul 1980.

15-  Kapyalı, Can, Atatürk ve Nutuk, Kazancı Matbaacılık, İstanbul 2003.

16-  Kili, Suna, Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 7.baskı, Ankara 2000.

17-  Kongar, Emre, Atatürk Üzerine, Remzi Kitabevi, 6.baskı, İstanbul 2006.

18-  Mustafa Kemal, Nutuk 1927, Yapı Kredi Yayınları, 1.baskı, İstanbul 2011.

19-  Mütercimler, Erol, Fikrimizin Rehberi, Alfa, 5.baskı, İstanbul 2008.

20-  Meydan, Sinan, Nutuk’un Deşifresi, Truva Yayınları, İstanbul 2006.

21-  Mumcu, Uğur, Cumhuriyet, Kazım Karabekir Anlatıyor Yazı Dizisi-Atatürk Halife mi Olacaktı?, 67.yıl, 14.06.1990.

22-  Onuk, Taciser, “Atatürk ve Türk Kadını”, 75.Yılında Büyük Nutuk’u Anlayarak Okumak, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2003.

23-  Parlatır, İsmail, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Yargı Yayınevi, Ankara 2006.

24-  Tural, Mehmet Akif, "Nutuk", Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, Atatürk Araştırma Merkezi, Divan Yayıncılık, Ankara 2004.

25-  Tunaya, Tarık Zafer,  Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2.baskı, İstanbul 2007.

26-  Türk Ansiklopedisi, “Nutuk”, Cilt XXV, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1977.

27-  Ülker, Necmi,  Az Bilinen Yönleriyle Atatürk, Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Yayına Hazırlayan Okt.Latif Daşdemir, İzmir 2004.

 

 
  Bugün 14 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol